Bu dönem de geçecek

Pazar günü ‘parlamenter rejim’ ile ‘başkanlık rejimi’ arasındaki bir tercihten fazlası oylandı. Oylama, ‘melez demokrasi’ ile ‘otokrasi’ arasında bir tercih miydi? Böyle de denilebilir belki ama tam olarak bu bile değil. Çünkü, birincisi, evetçilerin büyük bölümü yaptıkları tercihin tam farkında değillerdi veya farkında olmaları engellenmişti; ikincisi ise, “hayır” oylarının baskın gelmesi halinde 2002 (ve hatta 2014 öncesinin) “melez” demokrasisine dönüş yolu bile tıkalıydı. Ama toplumun ve siyasetin önünde başka yollar açılacaktı; ve bu yolların hepsi de AKP ve RTE’nin erozyonuna götürecekti. Her iki taraf da işte bunun tam farkındaydı. Dolayısıyla, kampanyayı RTE üzerinden götürmeme kararının anlamlı bir katkısı olamazdı.

Evetçilerde hâkim eğilim dinî biat ve adeta kutsallaştırılan ‘kişiye tapınma’ üzerinden şekillenirken, hayırcılar tercihlerini daha bilinçli bir rejim tercihi üzerinden yaptılar. Neyin oylandığının daha fazla farkındaydılar ve bu nedenle tercihleri çok daha bilinçli ve nihayetinde daha değerliydi. Nitekim, büyük kentlerin ve ekonomik olarak daha öndeki bölgelerin daha eğitimli seçmenleri ile ekonomik olarak geride ama siyasi bilinç olarak ileride olan bölgelerin (Şanlıurfa-Adıyaman hattının doğusundaki) seçmenleri “hayır”da birleştiler.

Öte yandan, ‘evet’in baskın olması halinde gidilecek yer bir otokrasiden fazlasıydı. Fiilen oluşturmaya başladığı bir kişisel iktidarı anayasal dayanağa kavuşturarak sadece partisinin değil devletin de tek adamı olmaya (total diktaya) yönelen bir anlayışın nihai hedefi bu değildi. Nasıl bir zamanlar demokrasi amaç değil araç olarak tarif edildiyse, şimdi de nihai hedefe varmak için tek adam rejimine zorunlu bir araç olarak bakılmaktaydı; çünkü RTE lokomotifi olmasa AKP çoktan tökezlerdi.  Aşındırılmış olsa da kâğıt üzerinde varlığını sürdüren laik cumhuriyet yerine İslami bir rejimin inşası için diktatorya şarttı; bunun bu denli kişiselleştirilmiş olması içinden geçilen özel durumun ve AKP’nin baskın liderinin zorlamasıydı.

***

Şimdi muhasebe zamanı. Hem siyasetin geneli üzerinde, hem zıt kampanyaların yürütülüş biçimi hakkında (sadece evet kampanyasının meşru sayıldığını da dikkate alarak), hem hukuk dışılıkların zirve yaptığı bir oylama süreci  konusunda, hem de bundan sonrası için seçilecek örgütlenme ve mücadele yöntemleri üzerinde yeniden düşünmeye, yeni değerlendirmeler yapmaya ihtiyaç var.

'Hukuk dışılıklar' konusu temel başlıklardan biri kuşkusuz: OHAL düzeninde serbest tercih hakkının zorbalıkla bastırıldığı, YSK'nın açıkça iktidardan yana saf tutarak görevini kötüye kullandığı, her türlü hileye/manipülasyona açık bir ortamın oluşturulduğu koşullarda artık meşruiyeti tartışılmaz bir seçim yapılıp yapılamayacağı konusunda ciddi bir tavır alışa ihtiyaç var. (Nitekim AGİT de Referandum hakkında ilk bulgular ve sonuçlarla ilgili 17 Nisan 2017 tarihli Raporunda, kampanya döneminin eşitsizliğine, Anayasa değişiklik maddelerinin tümünün tek bir seferde oylanmasına ve halkoylaması kurallarının sayım sırasında yasaya aykırı olarak değiştirilmesine dikkat çekiyor). Seçim manipülasyonları  YSK'ya kadar yayılınca, Türkiye genelinde ciddi bir fark yaratılmadan muhalefetin herhangi bir oylamadan ucu ucuna başarılı çıkması artık pek zordur.

Ayrıca gelişmeler, iktidar gücünü arkasına alanların manipülasyonlarının ve zorbalıklarının etkisi dikkate alındığında, bir anayasa değişikliği referandumunda, TBMM'de olduğu gibi, bir nitelikli çoğunluk (3/5 veya 2/3) aranmasının farz olduğunu da göstermekte. Özellikle de sözde demokratik bir düzenekle (referandumla) demokrasi-dışı bir rejim inşasının halka dayatıldığı koşullarda.

Çünkü eğer devlet ve medya baskısı olmasaydı en az yüzde 60 "hayır" çıkması beklenebilecek bir oylamadan söz ediyoruz. Kaldı ki, kampanya sürecinin bütün eşitsizliğine rağmen, referandum gününün şaibeli yöntemleri söz konusu olmasaydı, YSK'nın kanun-dışı kararları olmasaydı "hayır" oylarının gene ağırlıklı olacağına dair kuşkular bu seçimlerin üzerinde asılı kalacak,  meşruiyeti tartışılacaktır.

***

Peki bu şaibeli durum veya oylamayı küçük bir farkla kazanmış olmak AKP'yi siyaseten geriletir mi? Buna çok bel bağlamamak gerekir. Bir kere şaibeli oy kullanımı, "amaca ulaşmak için her yol mübah" diyen bir zihniyet açısından asla bir ahlaki mesele sayılmaz. (2003'ten beri TBMM Genel Kurulu'nda hazır bulunmayan AKP'li milletvekilleri için sahte oy pusulaları düzenlenmesinin sıradan sahtecilik vakaları olduğunu ve kimsenin bu nedenle yüzünün kızarmadığını anımsatalım). İkincisi, iktidardaki zihniyet, her seçimi nihai hedefe ulaşma yolunda bir muharebe olarak gördüğünden ve savaşta (özellikle kutsal amaç yolunda) hile yapmak "savaş sanatı" kapsamı içinde değerlendirildiğinden, savaşın kazanılması için yapılamayacak şey yoktur.

Oylamayı kıl payı kazanmış olmak nedeniyle AKP'nin ülkeyi artık yönetemeyeceği saptamasını yaparken de, fazla kestirmeci bir tahlil yapılıp yapılmadığı konusunda düşünülmesi gerekir. Bu tür tahlillerin bir tehlikesi de rehavete götürücü etkileridir; iktidarın kendiliğinden tökezleyeceği beklentileridir. İktidar partisi ve lider figürü için öncelik seçimin/oylamanın kazanılmasıdır; sonrasında kartların yeniden karılacağını hesap eder. Kartları yeniden karmak için, İslamizasyon projesinde daha fazla yol almayı ve bunu otokratik rejiminin daha güçlü payandası haline getirmeyi umar. Dolayısıyla, tarihin sarkacı 16 Nisan 2017'de durmayacaktır. İktidar bu sarkacın kendi lehine dönmesini sağlamaya çalışacaktır.

İlerici, cumhuriyetçi, sosyalist güçler de tam tersine sarkacın gerici güçler aleyhine dönmesini sağlamak için yeni bir örgütlenme ve mücadele atılımına girişmek zorundadırlar.

Umudun bizden yana olduğunu da unutmamak gerekir: Ekonomiden dış politikaya kadar çok yönlü olarak sıkışmış bir toplum-siyaset alanı söz konusudur. Üstelik, İslamizasyon projesine ciddi bir direnç vardır ve son referandum da bunun bir kanıtıdır. AKP'nin hiç kaybetmediği İstanbul ve Ankara'da bu defa kaybetmiş olması, son yerel seçimleri kazandığı büyükşehirlerde başarısız olması, devlet olanaklarının, adli/polisiye gücünün sonuna kadar kullanılmasına rağmen bıçak sırtı bir oylamada ecel terleri dökmesi ve daha fazla faüllü döğüşmeye muhtaç kalması, önemli zayıflık belirtileridir. Toparlanması kolay olmayacaktır. Ona bu fırsatı vermemek gerekir.

Şimdilik şöyle bağlayalım: Bu dönem de geçecektir. Ama, pasif seyirci olarak bekleyerek değil. Referandumu bir başlangıç noktası olarak alıp buradan taptaze bir güçle çıkmayı başarabilmek gerekir.