AKP'nin yeni düzeni

15 Temmuz anmaları bazılarının AKP’nin yüzünü daha iyi görebilmeleri için yeni bir vesile olabilir. 15 Temmuz’da televizyondan kaçanlar cami hoparlörlerinden kurtulamadılar. İzleyen aşama, bir takım taşra ilçelerinde uygulanan şehir hoparlörlerini büyük kentlere yerleştirmek olabilir mi? İslami totaliter rejim, zayıflayan meşruiyet alanını tekrar tekrar kurmak ve genişletmek için kendini, kendi geçmiş pratiğini aşmak zorundadır. Bunun işaretleri son bir yıldır zaten yeterince görünür durumda, şimdi katmerlenmesi gerekiyor. Bu kuşatmayı yarmak da toplumsal huruç harekâtlarının sürekliliğini gerektiriyor.

AKP liderliği iki şeyi birlikte yapıyor; hem başlangıçtan beri niyetlerini ara sıra açık açık beyan ediyor, hem de mekâna ve muhataplara göre değişen şekilde her türlü aldatmacayla (takiyeyle) sanki bu niyetleri yokmuş gibi davranıyor. Aslında gerçek amaçlarını gizlediğini de itiraf ederek: “Amaca ulaşmak için gerekirse papaz elbisesi giymek” itirafı, hedefe ulaşmak için her türlü samimiyetsizliğin (dinen) mubah olduğuna ve bunun çekincesiz bir biçimde uygulanacağına gönderme yapıyor. Bütün bu açıklığına rağmen AKP’ye olmadık demokratik kerametler atfedilerek uzun süreler içte ve dışta destek verilmesi, masum bir aldanma ilişkisi içinde açıklanamaz.

Kendi düzenlerinin pekiştiğini düşündükçe AKP cenahından yapılan açıklamalar, rejimin niteliğine ilişkin daha açık beyanlara dönüşmeye başlamıştır. AKP liderinin, 12 Temmuz 2017’de Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin toplantısında, yerli ve yabancı sermayedarların gözlerinin içine bakarak “Grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” itirafı da açık beyanlardan biridir. İç ve dış sermaye çevrelerine ‘OHAL’e neden karşı çıkıyorsunuz, biz bunu sizin çıkarınıza kullanıyoruz’ tarzında seslenerek ekonomik sıkışıklığın hafifletilmeye çalışılması, sadece OHAL’in Fetocularla mücadeleyi aşan amaçları olduğunu göstermekle kalmaz; şimdiye kadar anlayamayanlar açısından AKP’nin gerçek sınıf karakterini de açığa vurur. AKP’yi sadece bir siyasal İslamcı parti, Cumhuriyet rejimiyle ve aydınlanmayla hesaplaşması olan, giderek her türlü zorlamayı kullanarak bir İslamizasyon projesini uygulamaya sokan bir totaliter parti sınırları içinde kavramanın sorunlu olduğunu da gösterir. AKP’nin herşeyden önce bir sermaye partisi olduğunu kavramadan bu hareketi doğru tanımlamak mümkün olmaz. Bu parti üstelik sermaye yandaşlığını her türlü yerleşik kalıbı kırarak ultra-liberal bir çizgiye taşımışken (özelleştirmedeki açık ara şampiyonluğu bile bunu kanıtlamaya yeter) bu özelliğini ikinci plana atmak doğru olmaz.

Bu saptamaya, AKP’nin aslında yandaş dinci sermayeyi kayırdığı, dolayısıyla burada da dinci niteliğinin sermaye partisi niteliğine baskın olduğu yönünden itiraz edecekler olabilir. Bu itirazın bir geçerliliği yoktur, çünkü AKP döneminde büyük sermayenin “laik” kesimleri de dâhil bütün sermaye kesimleri –hukuki güvenceler bakımından kimi kaygılar taşısalar da- palazlanmıştır. Azgelişmiş bir kapitalizme özgü olarak yandaş sermaye kesimlerini (ki bunların hepsi dinci sermaye değildir) kayırmada gösterilen gayretkeşlik, bazen pervasızlık ölçülerine varmış olsa dahi, Türkiye’deki sermaye birikim sürecinin doğasına aykırı sayılmaz. AKP’nin kamu ihalelerini dağıtma biçiminden en fazla zarara uğrayanlar, devlete bağımlı iş yapan küçük ve orta boy girişimcilerden AKP’ye tam biat etmeyenler arasındadır.

Her durumda, AKP’nin sermaye yandaşlığı bu kadar aşikârken, işçi sınıfının ve örgütlerinin içinde AKP yandaşlığında ısrar edenlerin, kişisel çıkarlar ve tarikat kardeşlikleri dışarda tutulursa, giderek mazoşist bir patolojiye doğru evrildiğini saptamadan geçmeyelim. Ama AKP’nin açık sınıf karakteri yeterince açığa çıkarılabilirse, burada da bilinçlenmeler/çözülmeler hızlanabilecektir. Demek ki sendikal ve siyasi sorumluluklar giderek büyümektedir.

***

AKP’nin yeni düzeninin Meclis’e yansıyan boyutları bugünlerde öne çıkmış gözükmektedir. Darbe Komisyonu’nun raporu yazılıp üzerine de anamuhalefet partisinin muhalefet şerhi işlendikten sonra, Komisyonun iktidar kanadının, anamuhalefetin Adalet Yürüyüşü’ne misilleme olarak, militan Meclis Başkanının muhtemelen Saray dürtmeli müdahalesiyle, Rapora CHP aleyhine ‘FETÖ örgütüyle amaç birliği içinde olduğuna dair’ paragraflar ekleme hüllesi, bir kere Meclis teamüllerinin artık hükümsüz olduğunun tescilidir. İkincisi de, iktidarın F. Gülen yobaz hareketiyle illiyet bağlarını ve Anayasa m. 6’ya aykırı olarak ülke yönetiminde bu çeteyle egemenlik paylaşımına gitmiş olmasını perdelemek için hiçbir iftiradan kaçınmayacağıdır.

***

Artık ilk üç yasama döneminde (2002-2015) olduğu şekliyle Meclis içi muhalefet biçimine AKP’nin razı olmayacağının daha kararlı bir ifadesi, Meclis İçtüzüğü değişikliğinin (RTE’nin ısrarıyla yeni yasama yılına bırakılmadan ve Meclis tatili yarıda kesilerek) aceleyle Meclis gündemine getirilmesidir. Meclisin anayasası da denilen içtüzükte anti-demokratik yönde değişiklik teklifi daha önce de AKP tarafından muhalefeti susturmak için 23 ve 24. Yasama dönemlerinde gündeme getirilmişti. 23. Dönemde kurulan uzlaşma komisyonu sonuca varamayınca, 24. Dönemde AKP grubu bir oldu-bitti yapmak istemiş ancak anamuhalefet partisinin Genel Kurul’da kürsüyü işgaline kadar varan ve diğer iki muhalefet partisinin de desteğini alan tepkisiyle geri çekilmişti. Daha sonra, Meclis’te grubu bulunan dört partinin ikişer üye vermesiyle yeniden oluşturulan (benim de içinde olduğum) İçtüzük değişikliği uzlaşma komisyonu 2013-2014 döneminde bir uzlaşma arayışı içinde olmuştu. Birçok maddede yapılan yeniliklerde uzlaşma sağlanmakla birlikte, temel ayrılık noktalarında uzlaşmaya varılamamıştı. İktidarın muhalefetin sesini bastırmaya yönelik girişimleri, gene üç partinin ortak tutumuyla geri püskürtülmüştü. (O zamanki Meclis Başkanı Cemil Çiçek de AKP’nin sözünden asla dışarı çıkamayan bir görüntü sergilemişti). Şimdi MHP bu eski pozisyonundan geriye çark etmiş, hatta AKP ile birlikte saf tutmuş konumdadır. İlkesiz siyasetin yeni bir ibretlik oyunu sahneye konulmaktadır.

AKP Meclis Grubu, tek adamın ısrarlı talimatlarıyla, muhalefetin söz hakkını kısıtlayarak hem yasama sürecini hızlandırmak, hem de Meclis’in denetim işlevini etkisizleştirmek peşindedir. İçtüzük değişikliğinin temel güdüsü budur. Anayasa değişikliklerinin Meclis çalışmasını ilgilendiren bölümleri yeni yasama döneminde (erkene alınmazsa 2019’da) otomatik olarak yürürlüğe gireceği için, şimdiki İçtüzük değişiklikleri daha sınırlı. Daha yakından bakalım:

Bunların içinde en önemli olanı, İçtüzüğün 19. Maddesinde düzenlenen, grup önerilerinin her birinin konuşulma süresinin 40 dakikadan 14 dakikaya indirilmesi ve Danışma Kurulu önerilerinin bundan böyle görüşmesiz oylanmasıdır. (Süre toplamda 160 dakikadan 42 dakikaya inmektedir). Böylece Muhalefetin denetim hakları ciddi bir biçimde kısıtlanmaktadır. Muhalefet, toplumu ilgilendiren kimi konularda ‘Meclis araştırma komisyonu’ kurulmasına dair önergelerini, çoğunluk oylarıyla reddedilseler bile, toplumun gündemine taşıyabilmek olanağından yoksun bırakılmak istenmektedir. Bu, aynı zamanda, iktidarı yasama sürecinde bazen uzlaşmaya zorlayan bir engelleme silahını da muhalefetin elinden almak anlamındadır.

İkincisi, milletvekillerinin Komisyonlarda görüşülemeyen kanun tekliflerinin doğrudan Genel Kurul gündemine alınması için istemde bulunma hakkının kısıtlanmasıdır. “Bu istemler, her hafta Salı günü ayrı bir siyasi parti grubundan bir milletvekili tarafından yerine getirilmek kaydıyla bir tane olmak üzere işleme alınır.  Bir milletvekili, bir yasama yılında bu kapsamda bir defadan fazla istemde bulunamaz”.  Meclisin her yıl ortalama 40 hafta çalıştığı hesabıyla yaklaşık yılda 40, beş yılda 200 kanun teklifi görüşülebilecek, yeni Meclisin 600 milletvekilinin sadece üçte biri bu olanaktan yararlanabilecek demektir. İktidar partisi milletvekillerinin yürütmeden bağımsız kanun teklifi vermeleri istisnai olduğundan bu durumun hemen sadece muhalefet milletvekillerini ilgilendirdiği düşünülse bile (ki bu varsayım fazla iyiniyetlidir, çünkü iktidar grubu muhalefeti daha da sınırlamak için kendi milletvekillerine danışıklı teklifler verdirebilecektir), beş yıllık yasama döneminde bazı muhalefet milletvekilleri tek bir yasa teklifini bile Genel Kurul gündemine aldırma hakkından yoksun bırakılmış olacaklardır. Böylece, AKP döneminde yüzde 99’u reddedildiği için zaten göstermelik olan (ancak kamuoyunu etkilemekte işlevli olan) bir hakkın kullanımı da iyice sınırlandırılmış olacaktır.

Üçüncü önemli kısıtlama, yoklama (toplantı yeter sayısı) talebinin “kanunların maddelerine geçilmesi ve tümünün oylanması esnasında” yapılabileceği kaydı konularak sınırlandırılmasıdır. Bu değişiklik, yasa maddelerinin boş sıralar önünde kabul edilmesi, her bir madde için iktidar partisi milletvekillerinin komisyonlardan, kulislerden veya ofislerinden Genel Kurul oylamasına katılmak için “zahmetli” bir koşuşturma içine girmelerini önlemesi, muhalefet engelleme yaptığı için günler süren uzun ve tartışmalı tasarılarda iktidar partisi milletvekillerinin bazı günler Meclis’e bile uğramamalarını mümkün kılması bakımlarından iktidar grubunun elini rahatlatacaktır. Bundan daha fazlasını da elde edecektir: İçtüzüğün korunan hükmüne göre, yoklama talebi halinde üye tamsayısının en az üçte birinin (yeni durumda 200 kişinin) Genel Kurul’da mevcut olmadığı anlaşılırsa oturum en geç bir saat sonrasına ertelenmekte, yeni oturumda da toplantı yeter sayısı yoksa birleşim kapatılmaktadır. Şimdi bu hüküm büyük ölçüde işlevsiz kalacaktır; çünkü bir kanun görüşülürken sadece iki kez toplantı yeter sayısı (yoklama) istenebilecektir. Böylece muhalefetin engelleme yapma hakkı engellenmiş olacaktır. Muhalefetin, iktidar grubunu, getirdiği yasaları belirli bir katılımla izlemeye ve savunmaya mecbur etmesi de mümkün olamayacaktır.

Dördüncüsü, usul hakkında konuşma süresinin onar dakikadan üçer dakikaya düşürülmek istenmesidir. Muhalefetin Genel Kurul sürecine önemli bir müdahale ve engelleme hakkı da böylece elinden alınmaktadır.

Beşincisi, kınama cezasının uygulanacağı durumların (MHP’nin damgasını taşıyan eklemelerle) genişletilmesi ve bu cezanın milletvekilinin aylık ödenek ve yolluğundan kesmeyi de içerecek olmasıdır. Bu değişiklik teklifinin mevcut Meclis başkanlığının artık açıkça AKP sözcüsü gibi davranmaktan kaçınmadığı (bu arada AKP adaletinin cezaevlerini muhalefet milletvekilleriyle doldurduğu) dikkate alındığında yeni bir baskı aracına dönüşmesi beklenmelidir.

AKP’nin şimdilik Meclis çalışmalarına getirmek istediği kısıtlayıcı düzen değişiklikleri özetle böyledir. Bir anlamda OHAL sonrasının “OHAL benzeri hızlandırılmış yasama sürecinin” hazırlığı yapılmaktadır. AKP düzeninin burada durmayacağı açıktır. Bunu bir açılış eli olarak görmek gerekir. Bütün mesele, buna nasıl yanıt verileceğidir.