AKP Hangi Anayasaya Karşı?

RTE'nin 28 Ocak perşembe günü ATO Congresium'da yandaş derneklerin "Türkiye Anayasa Platformu"nun düzenlediği toplantıda "Bugüne kadar kurulan anayasaların hepsi ithaldir. Şimdi yerliye ve milliye dönüyoruz". (...) "Mevcut anayasa yıllar içinde yapılan tüm tadilatlara rağmen hala 1960 ve 1980 darbelerinin ruhunu yaşatıyor, millete karşı güvensizliğin eseridir" diye konuşuyor. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet inşasının bir sonucu olan, izleyen dönüşümleri de yansıtan değişikliklere konu olan 1924 Anayasının ithal olarak nitelenmesinin temelsizliği üzerinde durmayalım. Bu, esasında, Cumhuriyetin kuruluş ilkelerine olan nefretin dışa vurumudur.

Biz burada siyasal İslamcıların ağızlarından düşürmediği 27 Mayıs ve 1961 Anayasası düşmanlığına odaklanalım. 1960'lar ve 70'lerde emperyalizmin operasyon araçlarından olan Suudi destekli "Komünizmle Mücadele Dernekleri"nden beslenen (ve şeriatçı özelliğini son 20 yıldır hiç gizlemeyen) siyasal İslamın, Türkiye'yi sola açan 1961 Anayasasından hazzetmemesini açıklama çabası belki de gereksizdir.

1961 Anayasası, 1950'lerin otoriter savrulmasından öğrenilen derslerle çok partili bir rejimin daha dengeli ve daha fazla frene sahip şekilde yeniden kurgulanmasını öngörüyordu. Bu ihtiyaçların ortaya çıktığını, kendisi için geç ama 1950'ler için erken bir dönemde CHP farketmiş ve dile getirmişti. Henüz 1953'teki 10. Kurultayında, iki meclisli ve Anayasa Mahkemesi'ne sahip bir sistemi, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütü kurma, grev hakkı serbestliği gibi hedefleri Parti Programına almıştı. 1957'deki 13. Kurultayında yayımladığı Hürriyet Andı ile bunu teyit etmiş ve nihayet 1959'daki 14. Kurultayında "İlk Hedefler Beyannamesi" ile son şeklini vermişti. Otoriterliğin panzehiri olarak düşünülen bu düzeneklerin Türkiye'nin kendi siyasi pratiğinden süzülerek 1961 Anayasasının demokratik yönelişinde belirleyici bir katkısının olduğuna kuşku yok. Daha sonra  bu ilerici Anayasa'da 12 Mart 1971 darbesi sonrasında, 15-16 Haziran 1970'deki büyük işçi direnişinin de etkisiyle, sermayenin talepleri doğrultusunda gerçekleştirilen emek karşıtı ve hak kısıtlayıcı değişiklikler kısmi bir geriye gidişti. Ama bununla yetinilmedi ve 1980 darbesi genel olarak temel hak ve özgürlükleri özel olarak emeğin haklarını daha da geriye götüren 1982 Anayasasını kabul ettirdi. (Referandumda yüzde 91,4 kabul oyu alan bu Anayasaya, şimdilerin İslamcı iktidar elitlerinin ezici çoğunluğunun "evet" oyu verdiğini kolayca tahmin edebilirsiniz).

Daha sonra bu Anayasa çoğunlukla olumlu yönde 17 kez değiştirildi,  böylece toplam 117 maddede değişiklik yapıldı. 17 değişikliğin 10'u AKP dönemine aitti (Burada sevgili Ali Rıza Aydın'ın düzenlediği tablolardan yararlanarak dönemsel dağılımı özetliyorum): 1982'den AKP iktidarına kadarki 20 yıllık sürede toplam 8 değişiklik girişiminden 7'si yürürlüğe girdi (biri referandumda reddedildi) ve 58 madde değiştirildi. AKP döneminde ise 2002-2012 arasındaki 10 yılda 15 değişiklik girişiminden 10'u yürürlüğe girebildi (4'ü Cumhurbaşkanından, 1'i AYM'den döndü) ve toplam 59 madde değiştirildi. (BirGün'den Kansu Yıldırım'ın 14 Şubat 2016 tarihli BirGünPazar'da, "177 maddeden oluşan 1982 Anayasası, 34 yıl içinde 17 kez değiştirilmiştir. Mevzubahis değişikliklerden birisi, 2010 Referandumu ile AKP dönemine aittir" ifadesinin ikinci cümlesinin dayanağını anlamak zordur).

Bu değişikliklerin önemli bir bölümü AB uyum düzenlemeleri olarak gündeme gelmiş ve 'temel hak ve özgürlükler' alanında iyileştirmeleri hedeflemiştir. Ama "uluslararası tahkim" gibi uluslararası sermayenin talepleri de aynı çevrelerin dayatması olarak ortaya çıkmıştır. AKP döneminde kurumsal/yönetsel yapı değişiklikleri daha fazla öne çıkmıştır. 1982 Anayasasının Cumhurbaşkanına geniş (ve 104. maddenin son fıkrasına göre  yasalarla daha da genişletilebilir!) yetkiler tanıyan düzenlemeleri; YÖK'ün bir baskı aygıtı olarak kullanılabilmesine imkân veren düzenlemeleri; yargıya ilişkin düzenlemeleri (AYM ve HSYK'nın yapısının 2010'da AKP'nin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi hariç) esas itibariyle değişikliğe konu olmamıştır.

Aslında 1982 Anayasasının sistematiği önemli ölçüde 1961 Anayasasını izlemekteydi. Hatta 1961'in birçok düzenlemesi korunmuştu. 1982 Anayasasının baskıcı hükümleri izleyen dönemlerde kısmen de olsun ayıklanınca, mevcut anayasa -artık bir yamalı bohçaya dönüşmüş yapısına rağmen- 1961 anayasasıyla daha fazla benzerlik taşımaya başlamıştı. Dolayısıyla bugünkü otokrasi heveslilerince 1961-1982 koşutluğu kurulması ve asıl hedef olarak 1961'in seçilmesi çok anlamsız değildir. Kuşkusuz bu, bu ülkenin aydınlanmacı-cumhuriyetçi-sol siyasetlerinin yeni bir Anayasa taleplerinin olmayacağı anlamına gelmez. Ama bunu dinci bir otokratik düzen peşindeki bir partinin römorkuna takılarak yap(a)mayacakları anlamına gelir. Ayrıca AKP'nin sözde "daha demokratik" Anayasa yapma aldatmacalarına karşı hangi konumda durulacağını gösterir.

Davutoğlu ile RTE arasında başkanlık tanımında ciddi ayrılıklar olmasına karşın, iktidar olanakları, medya ve çakma sivil toplum platformları esas itibariyle "yeni rejimin Anayasasına" meşruiyet kazandırabilmek için seferber edilmiştir. Peki muhalefet ne yapmaktadır? 'AKP ile Anayasa yapılabilir' anlamına gelecek şekilde Uzlaşma Komisyonuna üye vermektedir.  Bugün üzerindeki yoğun baskı koşullarında dahi Kürt siyasi hareketi kendi özel gündeminde ilerleyebilmek adına buna destek vermektedir. Peki ama bu meşruiyetin oluşmasına payanda olan anamuhalefet partisinin stratejisi (hatta varlık nedeni) nedir? Eğer amaç Cumhuriyetin kurucu ilkelerini korumaksa, bu, AKP'nin Anayasa oyununa katılarak değil katılmayarak verilir. 'Katılmayışımızı halka anlatamayız' ürkekliğiyle değil, niçin katılınmadığı ve AKP'nin sıradan bir sistem partisi olmadığı halka anlatılarak cepheden kavga verilir.

2010 Anayasa değişikliklerinin topluma hangi taktiklerle benimsetildiğini anımsamak dahi yeterlidir. 2010'da Anayasanın 26 maddesini değiştiren düzenleme girişimini üç madde dışında kabul etmeye hazır olan muhalefete iktidarın yaklaşımı uzlaşma yönünde mi olmuştu? Tam tersine; üstelik referanduma gidildiğinde değişikliklerin çoğuna muhalefetin de onayının olması iktidarın elini güçlendirmişti. Şimdi de Komisyondan çıkacak uzlaşılan maddeler sepetini iktidarın kendi toplu projesinin onayı için kullanacağına (tabii Mecliste sayıyı tutturabilirse) kimsenin kuşkusu olmasın. Peki bu mudur muhalefet aklı?

Genel Görüşme

Suriye sınırında neler oluyor? AKP iktidarı neler peşinde? Nereye kadar gitmeyi göze aldı? Bütün bunlar TBMM'de İçtüzük 101-103'e göre bir Genel Görüşme açılmasını gerektirmiyor mu? Anamuhalefet, iktidarı Meclise bilgi vermeye çağırdı. Dışişleri Bakanı da bugün bilgi lütfedecek. Peki ama ne kadar? Peki muhalefetin sözü olmayacak mı? Elinizdeki denetim aracını kullanmaktan (en azından Genel Görüşme açılması görüşmelerini yapmaktan) sizi alıkoyan ne? Mahçup siyaset tarzı mı? Aynı soru, Güneydoğu Anadolu'da hukuk dışı uygulamaların, insanlık suçlarının, olayların karanlık yüzünün açıklanmasını talep eden bir Genel Görüşme açılması için de geçerli değil mi?