Alman baskısı

Deutsche Welle (2 Haziran 2016) Türkçe yayınında sözü edildiği üzere, Hıristiyan Sosyal Birlik ve Sosyal Demokrat Parti’den oluşan iktidar bloku ile muhalefette yer alan Yeşiller’in ortaklaşa sunduğu “1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere ve diğer Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması” yasa taslağı Alman Federal Meclis’inde 2 Haziran günü kabul edildi. Alman Federal Meclisi 1915-16 olaylarını “soykırım” olarak kabul etti.

Yine Deutsche Welle Türkçe’de (5 Haziran) belirtildiğine göre, bu kararda Alman Federal Meclisi, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş müttefiki Alman İmparatorluğu’nun “insanlığa karşı işlenen bu suçu durdurmaya çalışmayarak 'yüz kızartıcı' bir rol oynadığı” kabul edildi.

Alman Federal Meclisi, hikâyenin “soykırım” sorumluluğunu Osmanlı İmparatorluğu’na (ardılı Türkiye) yüklerken, Alman İmparatorluğu’nu (ardılı Almanya) “yüz kızartıcı” rol yüklüyor.

Diğer bir ifade ile “siz soykırım yaptınız, biz sizi engellemedik; bizim sorumluluğumuz sizi engellememekle sınırlı” diyor, Alman Federal Meclisi.

Durumdan vazife çıkaran liberaller Almanya’nın da sorumluluğu olduğunun vurgulandığını öne çıkarmaya gayret ediyorlar. Ne büyük bir çıkarsama ...!

Yeni başbakan mutedil olalım, amacını aşan laf etmeyelim tonunda idi. Cumhurbaşkanının vitesi boşa almaya hazırlandığı anlaşılıyor; söylemde. Muhtemelen başbakan resmi duruşunu filli duruma bakarak netleştirecek!

Bir meclisin diğer uluslar adına böyle bir karar almasının yakışıksız olduğu, Almanların başka ulusları kendileri gibi göstererek “soykırım” suçlamasını yaygınlaştırarak yalnız “soykırım faili” olmaktan kurtulmak istedikleri, böylece “soykırım” suçunu sıradanlaştırmak istediği gibi yorumlar çokça yapılıyor. Daha önce, özellikle 100 yıl bağlamında böyle bir karar alınmayıp, şimdi bu kararın alınması da merak edilen konular arasında.

Peki, bu karar nasıl okunabilir? Konuyu kavramak için 2014’de yayımlanan analize arka plan olarak bakılabilir. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/mustafa-turkes/basbakanin-1915-mesaji-9...

 

Emperyalistler 1915 yılında halkları birbirine kırdırdı. Savaş ve tehcir sürecinde birinin elinin diğerinden daha temiz olduğunu söylemek mümkün değil. Bu yıllarda Osmanlı devleti genelkurmay başkanı bir Alman’dı ve tehcir (zorunlu göç, sürgün) kararının alınmasında öncü rolü oynadı. 2 Haziran tarihli kararda bahsedilen “soykırımı önlemediği” için “yüz kızartıcı” olduğu ifadesi saptırmadır. Tehcir politikası, Sarıkamış telefatında olduğu gibi, Alman ordusunu rahatlatmak için Alman kurmay subayları tarafından üretilmiştir.

Kıyıma uğrayanların büyük çoğunluğu sıradan emekçilerdi. Emperyalizm böyle bir şeydir: İzlediği politika ile halkları birbirine kırdırır; bu örnekte görüldüğü gibi.

Emperyalist güçler halkları hasım hale getirir; emperyalist döngüyü sürdürmek için. Keçi postu gibi kullanıp, işi bitince bir kenara atar, yeniden kullanmak istediği zamana kadar.

İktidar, Almanya ile nikâh tazelemek istedi, halen de istiyor. Almanya kapitalizmi Türkiye kapitalizmi ile olan ilişkisini kendi istediği biçimde yeniden üretmek istiyor, ayak sürürsen baskımı artırırım diyor.

Almanya yönetimi bir süredir şu mesajları veriyor: Geri kabul anlaşmasını imzaladın, ama uygulamaya koymaktan imtina ediyorsun; sözünü tut diyor. AKP yönetimi Geri Kabul anlaşması ile vizenin kaldırılması arasında doğrudan bir ilişki kurarken, Almanya yönetimi bu ilişkilendirmeyi yok saymak istiyor. Almanya AKP yönetiminin 18 Mart tarihli (Davutoğlu’nun yaptığı müzakere) anlaşmaya sadık kalmasını istiyor, yeni başbakan Cumhurbaşkanı’nın tutumuna göre karar almaya özen gösteriyor. Almanya yönetimi bu anlaşmaya sadık kalınıp kalınamayacağından emin değil. AKP yönetimi de bu paketin (geri kabul anlaşması, vize serbestisi ve 18 Mart tarihli mülteciler hakkındaki anlaşma) bütün olarak uygulanmasını istiyor, fakat böyle olmama olasılığının yüksek olduğunun da farkında; AB’ye karşı kuşkulu. Almanya yönetimi İncirlik üssünde daha geniş ve kalıcı alan istiyor. Bu konuda nasıl bir pazarlık döndü, bilmiyoruz.

Almanya Geri Kabul anlaşması ve 18 Mart anlaşmasını uygulatmak istiyor, AKP ise buna gönülsüz. Öte yandan AKP AB ve ABD ile nikâh tazelemek istiyor, fakat AB ve ABD Türkiye’den çok şey istiyor.

Emperyalistler böyledir, onunla karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde olduğunu sananları köşeye sıkıştırır, sonra da olabildiğince fazla ister. Almak için her şeyi kullanır. Hikâyenin kendisinin ne olduğunu hiçe sayıp, hikâyeyi kullanabileceği gibi yazar.

AKP yönetimi emperyalist güçlere daha fazla ödün vererek bu baskı dalgasından kurtulabilir mi? Bu hiç kolay olmaz, emperyalistler daha fazlasını ister.  Anlaşılan yaz aylarında isteklerin artacağını gözlemleyebiliriz.

“Yeni komşularımız” ve orada gerçekleştirileceği iddia edilen “Afrika açılımı” yeni bir alan yaratır mı, inandırıcı olmaz. “Afrika açılımı”na damgasını vuran kavram - beklentisiz veren ülke – konumuna uygun düşen politikanın sonu belli olmakla birlikte nasıl olacağını bekleyip göreceğiz.


Not: İş ve seyahat yoğunluğu nedeniyle yazılarıma bir süre ara vermek durumundayım.  Ağustos ayında görüşmek dileğiyle…