Kuşkusuz COVİD-19 virüs salgını halk sağlığını etkilemekle kalmadı; küresel kapitalist üretimde tedarik zincirinin sıkıntıya girmesine, bu süreçte artı değeri yaratan işçi sınıfını aş iş sorunu ile karşı karşıya bıraktı, üretilen değeri kapitalist sistem marifetiyle ele geçiren sermaye sınıfını ise rekabet konusunda endişeye sevk etti.
Son haftalarda Covid 19’un bütün dünyaya yayılması üzerine kanaat inşacılığında maharetli “düşünce” kuruluşları harekete geçtiler. Suçu kime yükleyip, sorunu nasıl dönüştürmeye çalışacaklar, göreceğiz.
Etkilenmeyen kalmadı, bırakın yetkili yetkisiz ağızların toplumun yüzde şu kadarı etkilendi veya etkilenmedi demelerini. Doğrudan virüse maruz kalmayanlar dahi virüs endişesinden bitap düşüyorlar. Umudunu iklim koşullarının değişmesine ve/veya ultraviyole ışınların düşüş açısına bağlayanların sayıları az değil.
5 Mart günü Moskova’da gerçekleşen ikili ve heyetler arası görüşmelerin ilan edilen üç maddelik metin dahil yaşananların bütününden yola çıkarak şu sonuçları içerdiğini söylemek mümkün:
Olaylar o kadar hızlı yaşanıyor ki, peşinden koşmadan yaşananları anlamak giderek daha güçleşiyor. Kim ne dedi? Olay nasıl gerçekleşti? Ne olacak? Bütün bunları kavramak için bir çerçeveye ihtiyaç var, aksi halde yapanın, yazanın ve okuyucunun kolayca kaybolması mümkün.
Son haftalarda dış politika konuları kendini dayatıyor, gündemin ilk sırasını işgal etmeye devam ediyor. Bu hafta da buna devam edelim.
Geçen hafta İdlib ve Libya’da yaşananlar şu soruyu gündeme getirdi: Türkiye yönetimi Rusya’dan uzaklaşıp ABD’ye mi yaklaşıyor?
Herkesin kafasını kurcalayan soru, İdlib’de Türkiye ile Suriye arasında yaşanan gerginliğin nereye evirileceği? Son haberlere göre Suriye yönetimi Halep’i ele geçirmiş durumda, İdlib üzerine taarruzunu artırabilir. Öte taraftan Türkiye yönetimi bölgeye asker yığınağı yapıyor.
İdlib’de iktidarın izlediği politikanın iler tutar bir tarafı olmadığını belirtip, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşılaşacağı, bu kez doktrinel bir sorunla karşı karşıya kalacağına dair izlenimimizi tartışalım.
ABD yönetimi, daha önce içeriğini sızdırdığı, fakat bütününü yayımlamayı İsrail’de 3 Mart’ta yapılacak seçimlerde Netanyahu’nun siyasi rakibi Gantz’ın seçimlere siyasi müdahale olacağı gerekçesiyle itirazı nedeniyle ötelemişti, ancak geçtiğimiz hafta Gantz’ın itirazını kaldırması ile Trump yönetimi güya “barış planı”nı 28 Ocak’ta duyurdu.
Bugün üç olaydan yola çıkarak siyasal duruşların farklılıklarını tanımlamayı deneyelim.
İlki ABD’de Trump yönetiminin eski ulusal güvenlik danışmanı Bolton’un yaptığı son hamle, ikincisi Türkiye’nin Orta Doğu ve Libya politikası ve üçüncüsü Davos’ta dillendirilen “hissedar kapitalizmi”.
19 Ocak günü Berlin’de Almanya Başbakanı Merkel’in çağrısı üzerine ABD, Almanya, Birleşik Arap Emirlikleri, Britanya, Cezayir, Çin, Fransa, İtalya, Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Rusya ve Türkiye’nin hükümet ve devlet başkanları ve/veya dışişleri bakanları düzeyinde ve uluslararası örgüt ve kuruluşlardan; Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Arap Birliği ve Avrupa Birliği’nin yüksek temsilcilerinin
Dünyada ve bölgemizde yaşanan olaylar çok hızlı gelişiyor, takip etmek için gerçekten çok ciddi zaman ayırmak gerekiyor.
İran’da yaşananlara bakın! Bir taraftan öfke birikimi, öte yandan ciddi düzeyde yönetim beceriksizliği; kazara uçak düşürmeden tutun cenaze töreninde ölenlere kadar…
Maalesef 2020’ye kötü bir başlangıçla girdik. ABD yönetimi, üçüncü bir ülkede, Irak’ta, İran’ın çok önemsediği “Devrim Muhafızları Kudüs Gücü” komutanı Kasım Süleymani ve İran taraftarı Iraklı komutan El Mühendis’le birlikte yaklaşık 35 kişinin ölümüne yol açan suikastını 3 Ocak sabaha karşı Bağdat’ta gerçekleştirdi. Trump, saldırı talimatını kendisinin verdiğini böbürlenerek duyurdu.
Bugünlerde Doğu Akdeniz’de gerginlik artıyor. Niçin ve kime hizmet edecek?
Neler oluyor? Bunu bilmek kadar, yaşananları doğru bağlam içinde okumak da önemlidir.
Büyük enerji tekelleri Doğu Akdeniz’e çöktüler. Doğu Akdeniz parsellendi, taraflar pozisyon almaya başladı.
Son haftalarda tarafların yaptığı hamleler gerginliğin tırmanacağına işaret ediyor.
Evet, kapatılabilir.
Geçmişte kapatıldı da.
Örnek mi; 1991’de NATO Erhaç hava üssü, Eskişehir ana mühimmat deposu, 1996’da Ankara Mürted ve Balıkesir’de bulunan nükleer mühimmatlar İncirlik üssüne taşınarak bu üslerin bazıları kapatılmıştır.
Geçmişten günümüze Libya hep tuhaflıklarla anılır. “Fizan’a göndermek” tabiri örneğin. Osmanlı döneminde muhalifleri cezalandırmak için kullanılan sürgün yerlerinden biridir, Fizan. En uzak, ıssız köşe anlamında kullanılır.
3 ve 4 Aralık’ta NATO üyesi hükümet ve devlet başkanları Londra’da toplanıyorlar. Peki, ne konuşacaklar ve hangi konularda karar almaları bekleniyor?
Suriye’de yaşananları dikkatle izlemek gerektiği gibi ilerde neler olabileceği üzerine tartışmaları da yakından takip etmek gerekiyor.
Geçen hafta 13 Kasım Çarşamba günü ABD’de Trump ile Erdoğan görüşmesi gerçekleşti.
Ne konuştular? Hangi kararları aldılar?
7 Kasım’da Fransa Cumhurbaşkanı Macron, The Economist dergisine bir röportaj verdi ve dedi ki “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti.”
Macron bu konuyu daha önce de dile getirmiş olsa da ilk kez sansasyonel bir ifade kullanarak dikkatleri üzerine çekti.
Peki, Macron’un söylediğini biz nasıl okuyacağız?
Bolivya, Britanya, Cezayir, Ekvator, Fransa, Haiti, Honduras, Hong Kong, Irak, İspanya, Kazakistan, Lübnan, Pakistan, Şili vb. coğrafyalarda, aynı zaman diliminde, gösteriler yapılıyor bugünlerde.
Dün 96. yılını kutladık Cumhuriyet Bayramının. Eminim çoğumuzun dikkatini çekmiştir, katılım çok renkliydi. Bazıları şaşırtıcı ölçüde Cumhuriyeti savunur görüntüsü verdiler; hâlbuki merkez sağın önemli bir bölümü ile kan uyuşmazlığı var Cumhuriyetin kazanımlarının. Zaten bu nedenle uzun bir süredir Cumhuriyet Bayramı geri plana itilmişti.
Türkiye yönetimi 17 Ekim’de ABD, 22 Ekim’de ise Rusya yönetimi ile Suriye konusunda ortak açıklama yaptılar. İlki hakkında medyanın büyük çoğunluğu yanıltıcı bilgi-yorumlarla coştu, taştı. İkincisi hakkında da benzer bir durumun olacağını tahmin etmek mümkün.
Önce ilki için söylenenlere bakalım.
Kazan-kazan durumu, dediler!
Kim kazandı?
Suriye’de son durum ne? Hepimiz merak ediyoruz.
Son bir haftada yaşananlara kısaca bakalım.
ABD’de Trump yönetiminin Erdoğan ile telefon görüşmesini takiben 7 Ekim’de kuzey Suriye’den çekilme duyurusu konuya ilgi duyan herkesi alarma geçirdi. Öncelikle ABD yönetimi içinde ve Cumhuriyetçi Parti özelinde, ama daha önemlisi, her iki parti içine geniş ölçüde yerleşmiş bulunan yeni-muhafazakarlar Trump’ın açıklamasına (ikinci kez, ilki Aralık 2018’de) tepki gösterdiler.
Son bir hafta içinde, zamanlama olarak birbirine yakın, üç tavsiye raporu ortaya çıktı.
Brexit kimin meselesi?
İngiltere’nin mi, İskoçya’nın mı, Galler’in mi, Kuzey İrlanda’nın mı?
Bunlar, 1701’den bugüne bazı değişiklikler olmakla birlikte, esas itibarıyla Birleşik Krallığı, kısa adıyla Britanya’yı oluşturan birimler.
İran, Rusya ve Türkiye devlet başkanları Astana süreci adını verdikleri, Ocak 2017’den bugüne düzenli olarak yaptıkları toplantıların beşincisini 16 Eylül’de Ankara’da gerçekleştirdiler.
Bu toplantının mesajı ne?
Trump, ABD yönetiminin Taliban ve Afgan hükümeti ile yürüttüğü, genel çerçevesi Mart ayında belirlenen, Afganistan’da ABD askeri sayısının azaltılmasını öngören müzakereyi sonuçlandırmak yerine, son dakikada, imzalamaktan vazgeçtiğini tweet üzerinden ilan etti.
Bu yıl doksan yedincisi kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayramı, Lozan antlaşması hakkında olduğu gibi, toplumun ilgisini çekmeye devam ediyor. Öte yandan bu kutlamaya yüklenen anlam siyasal duruşun niteliğine göre değişiyor.
Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’nin yakın tarihi üzerine yapılan tartışmalar siyasal duruşlardan bağımsız değildir.
“Hezimet” mi? “Zafer” mi?
Erdoğan’ın günübirlik (27 Ağustos) Rusya ziyareti, esas itibarıyla, iki konu üzerine odaklandı: Savunma sanayii işbirliği ve İdlib konusu.
Hong Kong’da bir süredir gösteriler devam ediyor. Yorumcuların bir kısmı göstericileri insan hakları savunucusu, bazıları ise “renkli devrim” denemesi olarak sunuyorlar.
7 Ağustos’ta ABD ve Türkiye yönetimleri bir süredir üzerinde çalıştıkları “koridor” meselesini sonuçlandırdıklarını ilan ettiler.
İngilizce ve Türkçe eşzamanlı açıklanan üç maddelik* duyuru metni kimi tatmin etti?
INF (the Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty) Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması 2 Ağustos 2019 tarihi itibarıyla resmi olarak geçersiz kılındı. Bu anlaşma Aralık 1987’de Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında ikili düzeyde imzalanan, orta ve kısa menzilli nükleer başlıklı füzelerin elimine edilmesini öngören bir anlaşma idi.
İngiltere’de Theresa May’in Muhafazakar Parti başkanlığından istifa edişi aynı zamanda Başbakanlık ve kabine değişimini de birlikte getirdi.
Son yıllarda Doğu Akdeniz’de yaşananlar, bölgede gerginliklerin uzun süreli olacağına işaret etmektedir. Açıkça söylemek gerekirse, Doğu Akdeniz’de gerginlikler derinleşiyor, rekabet kurumsallaşıyor.
Kıbrıs adası etrafında bulunduğu ve/veya var olduğuna inanılan fosil yakıt rezervleri üzerinden yaşanan gerginlik giderilemiyor, ilgili ilgisiz diğer aktörlerin devreye girmesiyle taraflar mevzi kazanmaya çalışıyorlar.
Türkiye’de yönetici sınıf Japonya’da gördüğü çoğu şeyi hemen alıp Türkiye’de uygulamaya çok hevesli gözüküyor. Kadın üniversitesi kurma fikri bunun tipik bir örneği.
İlk olarak Japonya’da kadın üniversitelerinin tarihçesine göz atalım, sonra bunların nereye evrildiğini konuşalım.
Japon kadın üniversitesinin tarihçesi
G20’nin gündemi kabarıktı, fakat heyecansız geçtiği anlaşılıyor. Trump’ın kendinden başka kimseyi güldürmeyen şakaları kimseyi düşündürmedi!
Renksiz, tatsız geçen zirvede Trump, SETA mahsulü iletişim uzmanlarını "Hollywood aktörlerine" benzettiğinde ortalık biraz neşelenmiş, hepsi bu…
Bugün G20 liderler bildirgesini özetlemek istiyorum; maalesef bu da çok neşeli değil.
ABD yönetimi İran’a karşı uygulamakta olduğu iktisadi ve mali yaptırımlara dün yenilerini ekledi; bu kez doğrudan İran’ın üst yönetimi hedef alınmış. Gerekçe olarak geçen hafta İran’ın ABD’ye ait insansız hava aracının düşürülmüş olması gösteriliyor.
Son birkaç yıldır ABD-Türkiye ilişkileri geriliyor, son aylarda NATO üzerinden de yeni gerilimler ortaya çıkmaya başladı. Daha ötesi, Türkiye’nin NATO üyeliği medyanın tartışma konuları arasına girdi.
Bu konuda iktidar ortakları, muhalefetin ileri gelenleri seslerini hiç olmadığı kadar yükselttiler.
İster istemez kulak kabartıyor insan, ne diyorlar diye.
Rus S400 karadan havaya füze savunma sistemi alımı hakkında tuhaf bir tartışma aylardır sürüyor. Güya iki taraf var, aslında tek ses: Silahlanalım…
Niçin?
Çünkü hava savunma sistemine sahip değiliz, diyorlar.
Bakın İsrail’in, İran’ın, Suriye’nin var, bizim yok; cıs çıplak ortadayız, diyorlar.
Geçen hafta ele aldığım konu, Orta Doğu’da sürtüşme alanları: İran, önemli bir sürtüşme alanıdır, ancak tek vaka değildir. İran üzerinde gördüğümüz sürtüşmeler bölgede bulunan diğer sürtüşme alanları ile birlikte ele alınmalıdır. Orta Doğu’da yansımaları görülen önemli gerilimlerin uygulama alanlarından bir tanesi de Filistin üzerine yapılan tasarımdır. Bugün bu konuyu ele alacağız.
ABD ile İran arasında bir savaş mı çıkacak sorusu, birkaç gündür çokça konuşuldu; halen de tartışılıyor. Yakın gelecekte (1-2 yıl) bir savaş olur mu sorusuna hayır demek kadar evet demek de kolay değil. Ortamın çok gerginleşeceği, endişenin doruk yapacağı anlara tanıklık edeceğimizden emin olabilirsiniz.
Türkiye’nin önünde çok sayıda sorun var: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (BBB) seçimleri, finansal kriz, borç döndürme, reel sektörün üretimden koparılması, diz boyu işsizlik, dış politikada giderek kötüleşen sıkışmışlık, S-400 alımı, Filistin meselesinde damat, ABD’nin İran politikası, İsrail’in İran stratejisi, Doğu Akdeniz'de ağız dalaşı, Ege’de it dalaşı, Karadeniz’de fırtına öncesi
Defalarca yazdım; kapitalist sistem sorunları çözmüyor, sorunları dönüştürerek ya öteliyor ya da yeniden üretilmesini sağlıyor; çünkü sistem bunlardan besleniyor.
Bu çerçevede 2018 yılında dönüştürülecek ve böylece ötelenecek veya yeniden üretilecek sorunları sıralayabiliriz.
ABD yönetimlerinin, 1987 yılından beri kararname gereğince her yıl ulusal güvenlik strateji belgesi hazırlayıp bunları kongreye sunmaları beklenir. Geçmiş yönetimlerin hepsi 1987'den itibaren her yıl olmasa da her yönetim en az bir tane hazırlayıp kongreye sunmuş. En çok Clinton döneminde sözü edilen belge sunulmuş.
ABD başkanı Trump’ın, ABD yönetiminin 1995’te aldığı -ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Tel Aviv’de bulunan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması- kararını uygulamaya koyacağını 6 Aralık 2017’de ilan etmesi, haklı olarak, herkesi çileden çıkardı ve alarma geçirdi. Öte yandan Trump aynı gün bu kararı öteleyen kararnameyi de imzaladı.
AKP iktidarı ABD ile kurduğu ilişkide gerginlikler yaşıyor. AKP yönetimi Obama yönetiminin ilk dönemini çok sevmişti; model ortaklık kurduklarını ilan etmişlerdi. Obama yönetiminin ikinci döneminde ise gerginlikler başladı; model ortaklık bozuldu. AKP yönetimi nikah tazelemeye çalışsa da Obama’nın son iki yılında gerginlik zirve yaptı.
Bugün Soçi’de üçlü zirve toplantısı yapılıyor. Yeni bir ittifak mı doğuyor? Nasıl okuyacağız?
Soçi buluşmasını yeni bir ittifakın kilometre taşlarından biri, yani yeni bir kuruluşa giden buluşma olarak görmek isteyenler olduğu gibi, buradan Batı güvenlik sistemine alternatif bir ittifak sisteminin ortaya çıkmayacağını bilenler de var.
Kral Selman'ın oğlu Prens Muhammed, 11 kuzenini, eski bakanların bazılarını ve çok sayıda işadamını yolsuzluğa bulaşmakla suçlayıp, tutuklanmalarını sağladı. Eğer maya tutarsa amcasının çocuklarını saf dışı bırakarak Krallığın Selman oğullarına geçmesini garantileyecek.
Dünyada, Türkiye ve etrafında yaşanan olayların hızı göz kamaştırıcı.
Şöyle bir göz atalım, neler oluyor?
Türkiye’de iktidar, dış politikada gerginlik-sıkışma döngüsünden kurtulamıyor. Gerginlikler seçim sırasında işe yaramış olabilir, fakat çok yönlü bağımlılığa yol açtığı bilinmelidir. Her gerginlik-sıkışma döngüsü iktidarın dış politikada manevra alanını biraz daha daraltıyor. Bu kez de atlattım dediği gün, gerçekte yeni bir sıkışma döngüsünün başlangıcı oluyor.
Dış politikada yanlış düşman gibi, yanlış dost edinmemek de marifettir. İktidar ikisini de başardı! İlki Putin, ikincisi Barzani.
Son zamanlarda Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) yönetimi hidrojen bombası dahil nükleer silahlar üretebildiğini gösteren nükleer silah denemelerinde bulundu.
Musul meselesi yine gündemde, uzunca bir süre gündemde kalmaya devam edecek gibi.
Musul’da ne oluyor ki gündemde kalacak?
ABD, Irak merkezî hükümeti, Barzani’nin peşmergeleri ve adını bilmediğim bazı paramiliter gruplar IŞİD’ın gücünü kırmaya yönelik askeri operasyon yapıyorlar. Geçen hafta The New York Times IŞİD’ın boğma yöntemiyle diskalifiye edileceğini yazdı.
Dış ve iç politika iç içe geçmiş durumda; birbirini besliyor. Dünyanın büyük çoğunluğu böyle, Türkiye’deki duruma bakalım.
OHAL üç ay daha uzuyor, bir yıla sarkacağı söylentileri doğru çıkabilir.
İktidar ne yapmak istiyor?
15 Temmuz’dan bugüne iktidar “FETÖ ile başkası mücadele edemez; bugünkü iktidar alternatifsizdir” görüşünü insanların beynine çivilemek istiyor.
Uluslararası politika ve projeler arasına sıkışıp kalmak orta ve küçük ölçekli aktörler için en zor durumlardan birisidir. Uluslararası politikayı biçimlendiren, ona yön veren aktörler, kendi hegemonyalarını sürdürebilmek için küçük aktörleri gerektiğinde hallaç pamuğuna çevirebilirler. Tarihte örnekleri mebzul miktarda mevcut.
Ana akım medya “Bosna Hersek'in Avrupa Birliği'ne yaptığı tam üyelik başvurusu[nun] kabul edildi[ği]” haberini 20 Eylül günü duyurduğunda bazıları “Bosna-Hersek dahi AB üyesi olacak, vah halimize …” diye hayıflandı. Muhafazakarların bir kısmı “Bosna’yı Hıristiyan kulübüne kaptırdıkları” için üzüldü.
Haber mi, yorumlar mı, analiz mi yanlış? Öncelikle işin aslını kavramak gerekir.
Deutsche Welle (2 Haziran 2016) Türkçe yayınında sözü edildiği üzere, Hıristiyan Sosyal Birlik ve Sosyal Demokrat Parti’den oluşan iktidar bloku ile muhalefette yer alan Yeşiller’in ortaklaşa sunduğu “1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere ve diğer Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması” yasa taslağı Alman Federal Meclis’inde 2 Haziran günü kabul
Yeni başbakan “fiili durumu yasal hale getirmeyi” vaad ediyor. Fiili durumun yasal olmadığının o da farkında olmalı, aksi durumda böyle bir vaade gerek duymazdı. Eski başbakan bunu yapamadığı veya yapmak istemediği için mi görevinden istifa ettirildi? Bunu hatıratını yayımladığında, herzamanki gibi savunmacı bir tonda, refiklerine anlatacaktır.
TBMM’de büyük bir hevesle oylama yapılıyor, suç işledikleri iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının topluca kaldırılmasını sağlamak için, gerekli Anayasa maddelerini değiştirmek için. Göründüğü kadarı ile 330 rakamı kesin, yani referandum yolu açık; 367 rakamı çıkarsa ise iş tamam!
Sistem son günlerde en sık kullanılan kavramlar arasında. Özellikle de başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter yönetim biçimleri meselesi tartışılırken çokça geçer oldu bu kavramı. Basında yüklenen anlam tuplumsal düzen değil, yönetim biçimi.
Günümüzde iki tür sistemden söz etmek mümkündür: Kapitalist ve sosyalist sistemler.
Olaylar çok hızlı yaşanıyor. Avrupa Birliği ile vize-sığınmacı-geri kabul pazarlığı, Türkiye’nin Katar’da askeri üs kurma anlaşması vb. konuları takip etmek için özel bir gayret sarf etmek gerekiyor.
Alman ordusunun İncirlik'te üs kurmak istediğine dair haberin Der Spiegel’de yayımlanması hafife alınacak bir konu değil.
Balkanlar’da yaşananlar, sorun birikimi ve dönüşümünü net yansıtıyor.
Uluslararası politikada bildiklerimiz kadar bilmediklerimiz de önemlidir.
Son zamanlarda kafamı kurcalayan, net bir cevap bulamadığım konulardan bir tanesi İncirlik üssünde ne olduğuna ilişkindir.
İktidar İncirlik üssünü ABD, Almanya, Fransa, Suudi Arabistan ve diğer bazı devletlerin kullanımına açtığını biliyoruz. Bunun karşılığında ne aldığı ise meçhul.
Obama-Erdoğan görüşmesine ilişkin söylenceler çok…
Sahi, ne konuştular?
Kafama takılan bir soru var. Hiç bir büyük emperyalist güç bedava ve boşuna görüşme yapmaz. Ne isteyeceğini bilerek görüşür. Görüşmeye giden de çapına göre hazırlığını yapar. Uluslararası hukuk ve normlar bunların eşit aktör olduğunu söylese de, gerçekte aralarında hiyerarşik bir ilişki var.
Vakıflar ezelden beri sorun çözmek yerine, sorun üretiyor. Osmanlı döneminde de böyle olmuş. Çok sayıda vakıf kurulmuş; savaşta kahramanlık gösterene, nefesi kuvvetli olan hocaya, şeyhe ve haremin imtiyazlı hatunlarına vakıf kurma hakkı bahşedilmiş.
Türkiye muğlaklıklar ülkesi haline geldi. İktidar muğlak. Muhalefet muğlak. Sığınmacılar politikası muğlak. Terör muğlaklığa alan açıyor. Çok şey muğlak.
Eski ortaklar kavga etti. Fırsat bulsa biri diğerinin çanına ot tıkayacak, fakat biri diğerini yenemiyor. Bakiye muğlak. Muğlaklık iki tarafın da işine geliyor olmasın!
Putin’in son hamlesi nasıl okunabilir? Bu hamlenin Suriye’den tamamen çekilme olmadığı biliniyor. Rusya yönetimi askeri varlığının bir kısmını Suriye’den geri çekmeye karar verdiği, askeri üslerini korumak üzere gerekli gördüğü silahlı gücü Suriye’de bulunduracağı, S400 hava füze savunma sisteminin de buna dâhil olduğu, basında yeterince duyuruldu.
İktidarın dış politika hamleleri patinaj yapmakla kalmıyor, politika yanlış ve saha kaygan olduğu için eğik düzlemde her daim geri kaçıyor. Çözmek yerine sorunlar dönüştürülüyor.
Son yaşananlara bakalım.
İktidarın, uluslararası ve bölgesel krizleri, kendi Faşizan-İslamcı rejimini tahkim etmek için kullandığı herkesin malumu. Suriye ve Rusya ile ilişkilerimizin geldiği düzey bunu yeterince net yansıtıyor.
Mülteci sorunu içler acısı hale geldi. İnsanî bir mesele, büyük bir güvenlik sorununa dönüştürüldü. İktidar bunu araç olarak kullanıyor.
Suriye’de ateşkes uzlaşısının 27 Şubat günü yürürlüğe gireceğini ABD ve Rusya ilan etti. Bu ilan 2254 (18.12.2015) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının gecikmiş uygulaması olacak. Daha önceki uzlaşıya göre Ocak ayı sonunda ateşkes uygulaması başlamış olmalıydı, bu başarılamadı. 27 Şubatta yeniden denenecek.
Durum çok ciddi, çünkü komik. Suriye’de tarafların politikaları sıkışmış durumda. ABD yönetimi bir taraftan AKP’nin dış politika yapıcılarına çok ileri gitmeyin diyor, öte taraftan PYD/YPG’ye çizmeyi aşıyorsunuz gerekirse sizi mahallenin ‘kaması ters dönmüş’ külhanbeyine dövdürürüm diyor.
Orta Doğu’da aktörler jeopolitik flört yapıyorlar. Ticari çıkarlarına hâlel getirmeden, birbirine karşı hasmane söylem içinde bulunan ikiz kardeşlerden – Netanyahu, ABD’de görücüye çıktı, ikizi (bizimkisi) henüz sıra bekliyor. Dünyanın silahlı azmanı ABD ise flört etmek isteyenlerin sayısını artırmak istiyor.
Bilgiyi dinsel veri üzerinden üretip, özellikle de ilköğretim çağındaki çocukların beynine kazımaya özen gösteren iktidar, her alanda olduğu gibi burada da pervasızlaşıyor. Çocuklara ölümü hazmettirmeye çalışıyorlar. Alın size dinsel bilgi üretimi özgürlüğü.
Son günlerde tartışma konusu haline gelen Arap harfleri ile yazılan Türkçe – Osmanlıca (Osmanlıca bir dil değil, bir yazım biçimidir)– hakkında Erdoğan-Davutoğlu yönetiminden Eğitim Bir Sen’in durumdan vazife çıkartan yöneticilerine, bilen ve bilmeyen çok sayıda insan görüş bildirmekle kalmıyor, dayatma yapıyorlar: “İsteselerde istemeseler de Osmanlıca öğretilecek ve öğrenilecek”.
AKP yönetiminin Irak, Suriye, Ukrayna, Kafkaslar, AB ve ABD politikalarının tıkandığını sağır sultan dahi duydu. Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin izlediği dış politika bu yönetimi yalnızlaştırdı, şimdi ise Türkiye’nin kuşatılmasına yol açmaktadır.
Son iki haftada uluslararası, bölgesel ve yerel düzlemlerde yaşananlar ABD, AKP, IŞİD ve Kürt hareketinin (Barzani, PYD, HDP) izlediği politikaları netleştirdi. İleriye yönelik kısa ve uzun vadeli politikalara ilişkin önemli veriler sunmakta, açmaz ve alternatifin ne olduğuna işaret etmektedir.
Tarihten ders çıkarmak gerekir aksi halde komik duruma düşülür. Tarihi örnekler emperyalist saldırılar karşısında direnenlerin varlığını sürdürebildiğini, emperyalizm ile işbirliğine girenlerin kısa süre sonra kaybettiğini gösteriyor. Vietnam ve Küba halkları emperyalizm ile işbirliğine girmeyip, direndikleri için varlıklarını sürdürebildiler.
Dünya genelinde büyük çalkantılar yaşanıyor. Bölgesel çatışmalar, savaşlar sıradanlaştırılıyor. Öte yandan eski müttefikler arasında yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Değişken ittifaklar sistemi döneme damgasını vuruyor. Askeri teknoloji üstünlüğünü elinde tutan ABD, liderliği elinde tutuyor gözükse de gerçekte değişken ittifaklar sistemi karşısında eskisinden daha zor durumda.
IŞİD’in Irak ve Suriye’de terör estirmesi, Irak’ta Maliki yönetiminin taktiksel geri çekilişi (Musul bölgesinde hiç çatışmasız geri çekildi), IŞİD’in petrol şirketlerinin çıkarlarını tehdit edecek noktaya ulaşan ilerleyişi ABD’nin suret-i haktan görünerek insan haklarını gerekçe gösterip IŞİD’a karşı 8 Ağustos’tan itibaren havadan müdahalesine yol açtı.
Başbakan’ın 1915 olayları hakkında başbakanlık resmi sitesinden duyurduğu mesajı nasıl okuyacağız? Çözüm olarak Başbakan’ın önerisi şu: “Zamanın ruhu, …. nefreti ayıplayıp saygı ve hoşgörüyü yüceltmeyi gerektirmektedir. … ortak tarih komisyonu kurulması çağrısında bulunduk.
Ukrayna meselesi, uluslararası politika üzerine çalışan akademik çevrelerde olduğu gibi politika yapıcılarının da gündemini meşgul etmeye devam ediyor ve uzun süre daha devam edecek.
Yerel seçimlerde CHP adayı İsmet İnce 3402 oy alırken iki dönemdir belediye başkanlığı yapan AKP’nin adayı 3395, MHP ise 1565 oy aldılar. CHP ile AKP arasında 7 oy farkı bulunuyor. Belediye Meclisinde çoğunluğu sağlamak için iki oyun dahi ne kadar önemli olduğu Avanos örneğinde bir kez daha ortaya çıktı.
14 yaşında, henüz yaşamının baharında, sokakta yürürken polisin attığı gaz fişeğinin isabet etmesiyle komaya giren Berkin Elvan, 15 yaşında sonsuzluğa uğurlandı. Katil halen aranmıyor! Bu nasıl oldu?
Ukrayna’da yaşanan krize ilişkin NATO’dan yapılan açıklamaları nasıl okuyacağız? Önce NATO’nun niteliği üzerine bir saptama yapalım.
Ukrayna’da yaşanan çatışmalar, bir yönüyle, diğer kentlere sıçrayıp genişleme eğilimine girdi, öte yandan Kiyev’de çatışmalar azaldı. Yanukoviç kayboldu. Timoşenko serbest bırakıldı, fakat siyasi geleceği tükenmiş durumda. Geçici hükümet, muhalefet liderlerinden Arseniy Yatsenyuk tarafından kurulacak.
Ukrayna’da yaşananları yalnızca Ukrayna’nın iç meselesi olarak görmek yanlış olur. Orada yaşanan gerginlik, rekabet ve çatışma uluslararası düzlemde yaşanan rekabeti yansıtmaktadır. 13 Aralık 2013 tarihinde bu köşede belirttiğim AB ile Rusya Federasyonu arasında süregiden rekabet bugün yaşananların arka planını oluşturmaktadır.
Bosna-Hersek’te yaşanan gösteriler Türkiye ve dünya basınına epeyce yansıdı, Sol Portal da olayı ilk haberleştirenlerdendi. Bu gösterileri nasıl okuyacağız, Bosna-Hersek’te ne oldu da böylesi bir ayaklanma yaşandı? Kısa bir arka plan vermekte yarar var: 1992-1995 yılları arasında Bosna-Hersek savaş içindeydi.
Başbakan kısa zaman dilimi içinde Belçika ve Almanya’ya gitti, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande da Türkiye’ye geldi. Türkiye ile Avrupa devletleri arasında resmi ziyaret trafiği sıklaşıyor. Ancak Erdoğan’ın 2011 yılı başından bugüne Ortadoğu’ya yaptığı resmi ziyaretler azalıyor. Nedeni ne?
Cenevre 2 görüşmeleri başladı. Hergün kriz haberleri almaya devam ediyoruz, görüşmeler kesintiye uğrayıp yeniden başlayabilir, fakat süreç devam edecek. Peki bu süreçte tarafların pozisyonları neler, bunlara bakalım.
Başbakan’ın Brüksel ziyareti şu soruyu akla getiriyor.
Dışişleri Bakanı “Türkiye 11 yıldır büyük bir güç birikimi yaptı. Bu birikim İngiltere ve Fransa başta olmak üzere bazı ülkeleri rahatsız etti. Son olaylarda (17 Aralık) dış güçlerin de etkisi var. ... Sağımıza solumuza şüphe ile bakmaya başladık” diyor. Güç birikimi olduğu doğrudur, fakat güç nerede birikiyor, buna bakmakta yarar var.
Asya-Pasifik bölgesinde bir taraftan ekonomiler büyürken, öte taraftan Japonya ile Çin ve Güney Kore arasında hem siyasi gerginlik hem askeri hareketlilik artıyor. Siyasi gerginliğin gerisinde yatan nedenler şunlar: Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin 26 Aralık günü Tokyo’da bulunan Yasukuni tapınağını ziyaret etmesine Çin ile Güney Kore yönetimleri büyük tepki gösterdiler. Bu tapınak, II.
Uluslararası politikada uzun vadeli tahminlerde bulunmak giderek zorlaşıyor. Yanılma olasılığı oldukça yüksektir çünkü analiz girdileri çok fazla çeşitlendi ve değişim tahayyül edebileceğimizden daha hızlı yaşanmaktadır.
2013 yılına küresel ölçekte damgasını vuran ve Türkiye’yi etkileyen en önemli olaylar ne diye sorduğumda ilk aklıma gelenler sırasıyla şunlar: Suriye, Mısır, İran/Nükleer güç müzakereleri ve Asya Pasifik bölgesinde yaşanan gerginlik. Türkiye özelinde ise Gezi direnişi, Suriye ve AKP’nin çöküş süreci.
İktidarın dış politikada ciddi bir geri kayış sürecine girdiğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Benzer sürecin iç politika alanında da gerçekleştiği görülmektedir. Sarayiçi çekişmede bir taraf diğerini bakan çocukları üzerinden rüşvet ve yolsuzlukla suçlarken, iktidar karşı tarafı çete/cunta oluşturmakla suçluyor.
Ukrayna’da neler olduğunu anlamak için yakın geçmişe bakmalıyız. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra Ukrayna, Rusya ile ABD ve Avrupa Birliği arasında nüfuz mücadelesi alanı haline geldi. Rusya, Karadeniz bölgesinde statükoyu muhafaza etmek isterken, öte yandan ABD ve AB Karadeniz bölgesine girip etki alanı oluşturmak istemektedirler.