Zorunlu zorbalık

Anadolu'da bazı kasabalar "polis koleji sınavları" ile işaretlenir.

25 yıl önce böyle bir Ege kasabasına yolumuz düştü.

Kasabanın gençlerinden bir grupla kurulmakta olan Sosyalist Türkiye Partisi'ni konuşuyorduk.

Tütüncülük temel geçim kaynağıydı ve fakat yolun sonuna gelinmekteydi.

Gençler çoğunlukla işsizdi ve önlerindeki olası geçim kapısı "polis olmaktı."

Biz bir kahvede sohbet ederken selamlaştıkları arkadaşları garaja doğru gidiyordu. Polis sınavları için.

Polis olmanın, örneğin çevik kuvvete katılmanın ne anlama geldiğini tartışmayacağım. Onlarca genç polisin kurumuş sandviçlere sıkıştırılmış ince kaşar ve salam dilimleri ile geçiştirdikleri açlıklarını unutmuş, işlerinin bitip eve gideceklerini düşündükleri bir sırada alevler içinde öldürülmesi de, onların kendilerine verilen emri büyük bir iştahla yerine getirip gençlere çocuklara “sıkması” da bu ülke tablosunun içinde. Çok açıkgöz birilerinin yönettiği kör döğüşünde yapılanlara hak tanımak derdinde olanların elinde araç olmaya da niyetim yok.

Ama şunun bilinmesi gerekir, Türkiye’de kalabalıkça bir genç kütlesinin devletin ve sarayın bekası için kahramanca görev yaptığı doğru değil.

Ankara’yı parsel parsel paylaştığı Fethullahçılara şimdi cehennem zebanisi muamelesi yapan onursuz adamın “yayınladığı” bir bilgiyi görünce aklıma geldi. “Devlet 10.000 özel harekatçı alacak. 280 bin müracaat var. Yani her gün can pazarında ölümle kavga edecek 280.000 yiğit... Bu ülkeye güç yeter mi?” diyordu.

Genç işsizliği TÜİK verilerine göre yüzde 17 olarak gerçekleşti 2015’te. OECD verilerine göreyse 2013 yılında Türkiye’de 15-24 yaş arası nüfusun yüzde 31.25’i ne istihdam içinde yer alıyor ne de eğitim-öğretim içinde. OECD ülkelerinde lider konumda! “10.000 özel harekatçı alınacak, 280 bin müracaat oluyor” cümlesi doğruysa bu Melih Gökçek gibilerin twitter kampanyalarına meze yapılmak için can atan gençlerin kalabalık olduğunu değil, ülkedeki karanlığın bu diğer boyutunu gösteriyor.

Haksızlığın ve eşitsizliğin dünyasını bir de buradan okumak gerekir.

Evet, savaşlarda yalnızca yoksullar ölüyor. Vatanseverlikte hiç kimsenin gerisinde kalmayan zenginlerimiz, sıra çocuklarını cepheye yollamaya geldiğinde hiç de “bir oğlum gitti, ikincisi de vatana feda olsun” demiyor. Bu işin en açık seçik görünen yanı.

Bir diğer yanıysa ortaya sürülen yoksul çocukları ile ilgili.

Sadece zenginler bu işe yanaşmadığı için değil, aç kalmamak için de yoksul emekçi çocuklarının düzenin bekçiliğini, zenginlerin malının mülkünün korumalığını yapmaktan başka çaresi kalmıyor.

Düzenin bekçiliğini bir “ekonomik sektöre” indirgeyecek değilim.

Öncelikle ideolojik bir sorundur. Bir güvenlik şirketinde işe girip, bir üniversite kampüsünde volta atmak başka şeydir, parkalı solcu çocukla, heybeli entel kıza dalmak için fırsat kollamak başka.

Ama şu açıktır ki, nasıl emekçiler bu kahrolası düzene “daha beteri olmasın diye” yapışmaya çalışıyorsa, genç işsizliğinin neredeyse yarıya vurmakta olduğu bir ülkede boşalan köylerin sağa sola dağılan genç nüfusuna da aç kalmamak için Melih Gökçek’in şirretliklerine meze olmak düşebilmektedir.