Zaman tüneli

Müthiş bir fantezi değil mi? Zamanda yolculuk.

Aslında şu uzayın bükülmesi, kuantum “felan” gibi modernist takıntıları bir kenara bırakırsanız, öyle yeni bir fantezi değil.

Geçmişe dönüş bir yana geleceğe gidiş tarafında insanlığın çok eski bir tutkusu sayılabilir. Hatta, fizik laboratuvarından göz kırpıp “50 yıl ileri gidelim mi tatlı kıs” diyen dehaların olmadığı bir evrendeyiz belki ama gelecekten haber verenler hiç eksik olmamış.

Geçmişte yaşanmış olanları değiştirmek, “ölmüşe ve olmuşa” müdahale etmek gibi fanteziler eskilerin zihnine pek sığmamış sanırım ama bir tür geleceğe gidiş, daha çok gidip de bi koşu dönüş istek ve iddiasının çok da yeni olmadığını niye söylemeyelim.

Benim bu bahiste bazı uçuk fikirlerim var. Ama öyle geleceğe gidiş ya da geçmişe göz atış, göz atmakla yetinmeyip çomak sokuş gibi şeyler değil.

Ben geçmişten birilerini toplayıp getirmek istiyorum.

Yok öyle 100 yıl önce Smolni’den buraya bir miktar bolşevik ışınlayıp, “bağlamı boşver usta, sen bize bir göstersene nasıl yapılıyor bu iş” demek için filan değil.

Ben Mustafa Koç’la Oya Baydar’ı şöyle 10–15 yıl öncesinden alıp bugüne getirmek istiyorum.

Birisi zaten bugün yaşamıyor. Bir süreliğine “bonus” varlık sahibi olması problem olmaz. Diğeri için de kimsenin “birisi yetmiyor da ikincisi mi gelecek” diyeceğini sanmıyorum. Bu arada yaşıyor kendisi. Çok kimsenin ilgisini çekmiyor belki, sesi de zaman zaman çıksa da büyüten pek olmuyor ama…

Düşünsenize ikisini alıp getiriyoruz. Kısa bir haber turu…

Önce tabii soruyoruz, “sizce AKP’nin bir gizli gündemi var mı?” ya da “Erdoğan AB, laiklik filan gibi konularda takiye yapıyor olabilir mi?” Mümkünse dayak yemeden yanıtları alıyor, bu faslı bitiriyoruz.

Sonra, İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin “TÜBİTAK arapça yazılı manav projesini” gösteriyoruz mesela.

Bence Mustafa Koç, istifini pek bozmayacaktır. Hatta “TÜBİTAK İmam Hatiplere kadar girdiyse, imam hatipler bile müspet bilimle ilgileniyorsa, bu gerçekten büyük bir başarı sayılır” filan diyebilir de. “Atatürk’ün attığı laik cumhuriyetin temellerinin sağlam olduğunu, öyle yıkılacak korkusuyla yaşamamak gerektiğini söyleyenler yanılmamış” filan.

Oya hanım, fotoğrafların düzmece olabileceğini, mutlaka Anadolu’da meczup bir din öğretmeninin kışkırtmasıyla yapılmış bir saçmalık olduğunu söyleyecek. “Kim çekmiş peki? Nasıl çekilebiliyor bunlar? Batı Çalışma Grubu hâlâ işbaşında demek ki! Yazık bu halka” filan diye çemkirecektir.

Derken göz ucuyla baktığı habere bir anda gömülecektir. “Bir kere TÜBİTAK 4006 Bilim Fuarı’ymış bu. Fatih İmam Hatip Lisesi kendisi düzenlemiş” diyecektir. Komşu halk Araplara dönük ırkçı ötekileştirme çabalarımızın bir felaket olduğunu söyleyecek, “keşke Arapçamız olsaydı da şu meyve adlarını okuyabilseydik” diyecektir (Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamadığımız yetmiyor, torunlarımızın manav tezgahlarını da okuyamıyoruz tabii). Başı bağlı kızların “bilim fuarında” boy göstermesini almayan aklımızın ötekileştirmeye doymadığına işaret edecek, “Mustafa beye katılıyorum. İmam hatip lisesinin bilim fuarı düzenlemesine bakmıyorsunuz da Arapça meyve etiketlerine takılıyorsunuz. Bilim imam hatip lisesine girdi diye sevineceğinize...”

“İmam Hatip Lisesi burnumuza kadar girince öyle oluyor tabii” diyeceğiz dayanamayıp.

“Ne demek şimdi bu!” demekle yetinecek, 10 küsür yıl önceki Oya Baydar olduğu için sözümüzdeki “cinsiyetçi” imaları linç etmeyi düşünemeyecektir.

“İmam Hatip okullarında okuyan öğrenci sayısı 1 Milyon 250 Bine ulaştı” dememiz ise onu hiç bozmayacaktır.

“Ay keşke, tüm çocuklar imam hatipte okusa. Birbirlerini anlasalar, yakınlaşsalar.”

“Kız–erkek ayrı olarak tabii değil mi? Anlaşıp yakınlaşmanın da bir sınırı olmalı” diye iğneleyebiliriz.

“Yoo. O konuda benim de ödün vermeyeceğim hassasiyetlerim var. Tabii, ‘erkeklerle okuyacaksa okula göndermem’ diyen aile engelini aşmak için istisnalar yapılabileceğini düşünüyorum” diyebilecektir.

Pişkinliği elden bırakmadan, “sonuna kadar gidilsinciliğini” gösterecek ve “evet, aynen böyle düşünüyorum. Tüm okullar imam hatip okulu olsa ne olur? Bundan niye korkuyoruz. Buraya gidecekse, buraya gitsin. Bakın İngiltere’de...”

Mustafa Koç bu tartışmayı yan kulağıyla dinlerken, çaktırmadan önüne açtığımız bilgisayarda sörf yapmayı ihmal etmeyecektir. Yıllık büyüme rakamlarını görüp keyiflenecek ve “Oya hanım bu konuda haklı olabilir, ülkenin bütün potansiyellerini açığa çıkartmak istiyorsak, daha cesur ve geniş ufuklu olmalıyız” deyiverecektir.

Biz tabii, “daha bin tane haber okutacaktık, en sonda da sürpriz niyetine liberal yazarların İzmir Marşı okudukları köşe yazılarına geçecektik” heveslerimizin kırılmasıyla kös kös bakacağız. Bir süre sessizlik olacak ve Mustafa Koç, gömüldüğü bilgisayardan gözü yaşlı kafasını kaldıracak ve “yalnız, potansiyelleri açığa çıkaracağız derken, yetişmiş iş gücümüzü de elden kaçırmamamız lazım. Böyle bir gidiş, ülkemizin batı dünyası ile ilişkilerini bozabileceği gibi, çağdaş yaşamı benimsemiş bir kesimin beyin göçünü de hızlandırabilir.”

Oya hanım şaşkın bir şekilde “bunu siz mi söylüyorsunuz” diyecek. “Üstelik fazla dramatize etmiyor musunuz? Gözleriniz yaşardı.”

“Yok, dramatize etmiyorum. Kendi ölüm haberimi gördüm de gugıllarken” diyecek Mustafa bey.

“Yahu, diyeceğiz. Yine memlekete değil de kendi ölümünüze ağlıyorsunuz.”

“Daha yapacak çok şeyim vardı” diyecek Mustafa Koç. “Üstelik, Tayyip beyle yaptığım görüşmenin ardından kalp krizi geçirmiş olmam da kederimi artırıyor.”

Bıkkınlıkla “basalım şu düğmeye de gitsinler geldikleri yere” diyeceğiz.

O değil de…

En eğlencelisi ne olur biliyor musunuz?

Yani zaman tünelinden çıkın şimdi, gerçekleri konuşuyoruz.

Mesela Oya Baydar, “hiç de bile, benim üslubum da değil bu, böyle düşünmüşlüğüm de olmadı” diye “tekzip” etse. Yani şimdi. Gerçek olanı…

Kıssadan hisse: Kimsenin kandırıldığı filan yok (Kabul, kıssa uydurma ama hisse fazlasıyla gerçekçi).

O yüzden zaman tünelimiz olsa şöyle mi kullanırdık, yoksa böyle mi gibi fantezilere çok takılmamak en iyisi.

Tarihte hızlanalım.