Tatava yap!

Başkanlık tartışılıyor!

Çıldırtıcı...

 

Yanına üç bakan alırsa iyiymiş, yargı bağımsızlığı için şöyle olmalıymış, güçlü yönetim için böyle...

Türk töresinde yokmuş, tek adam yönetimi geçmişte kalmış, şuymuş buymuş.

 

Başkanlık tartışılıyor.

 

Ülke içinde ve dışında büyük suçların baş faili olan, insanlık suçu diye bir şey varsa onun zirvesi olan suçların ya ortağı, ya teşvik edicisi ya da doğrudan planlayıcısı olan bir kişi, suç işlemeye devam edebilmek için değil sadece, geçmiş suçlarının üzerini örtmek, tümünü sandıkta aklamak, “halk mahkemesine aklatmak” için başkanlığa oynuyor ve insanlık kekeme olmuş gibi bir kaç heceyi tekrarlayıp duruyor. Ha-yır... Baş-kan-lık... Tek adam...

 

Oysa tek adam falan değil! O Adam...

 

Ve O Adam sadece O Adam değil. İşlediği suçlar da sadece kendisine ait değil. Emperyalizmin, Sabancı’dan Koç’a, Zorlu’dan Kavala’ya (ülkemiz entelektüel dağarcığının baş basıcısının aynı zamanda bir silah tüccarı olması zaten çok fazla şeyi açıklıyor) Türkiye sermaye sınıfının tetikçiliğini yapmış birisine, işin tadını ve ayarını kaçırıp, biraz fazla inisiyatif kullandı diye “tek adam” demek de hiç akıllıca değil.

 

Ama buraya bile gelemiyoruz.

Başkanlığı tartışıyoruz.

Herkes için en uygunu bu çünkü. Zülfiyare dokunmadan, yapılanları, edilenleri serip dökmeden, tam bir birlik ve beraberlik içinde “hayır” cephesini öreceğiz.

 

Yeri gelecek, Türklüğün töresi diyeceğiz, denildiğinde ses çıkartmayacağız... Sanki yakın geçmişin büyük suçları, tarih boyunca devletler kurmuş Türklüğün son imparatorluğuna özenilerek yapılmamış gibi. Sanki 21. yüzyılda geleceğimizi “töre” üzerine kurabilirmişiz gibi. Türklük, Kürtlük tanımayan töre cinayetleri sanki tarihe gömülmüşmüş gibi.

 

Yeri gelecek, Avrupa demokrasilerinden söz edeceğiz. Başkanlık sistemi ile tam bir diktatörlüğe dönüşmekte oluşumuzun bizi Avrupa’dan iyice kopartacağını anlatacağız. Sanki diktatörlüğe giden yolun her bir santimetresinde Avrupalı emperyalistlerin izi yokmuş gibi.

 

Çünkü bugün başkanlık sistemi ile geçmişini ve geleceğini güvence altına almaya çalışan O Adam’ın bütün suçlarında bugün hayır cephesinde yer alacağı düşünülen düzen güçlerinin ortaklığı var.

 

O Adam’ın en zayıf ve en güçlü yanı bu değil mi!

İşlediği tüm suçların en yakası açılmadık kısımlarını bilenler var bugün karşısında.

Ve en yakası açılmadık günahlarında “iyi de siz de oradaydınız” diyeceğini bilenler. Ve daha başka, daha yeni suçları işletebileceklerini hissettikleri anda yelkenleri suya indirenler.

 

O Adam’ın geçmişini ve geleceğini güvence altına almak, yaptıklarını ve yapacaklarını örtülü bir plebisitle halka kabul ettirmek için yaptıracağı oylamada “Hayır!” diyeceğiz.

 

Ama “aman cephe daralmasın, aman kimsenin kafası karışmasın” diye asıl meselenin ne olduğunu anlatmaktan da geri durmayacağız.

2010 referandumunda “ne yani şimdi faşistlerle birlikte hayır mı diyorsunuz” diyenler, bugün gönül rahatlığı ile faşistlere gel gel edebilmek için kendi damgalarını silikleştirmeyi tercih ediyor.

O zaman sorun kiminle birlikte hayır dediğimiz değildi, niye hayır dediğimizdi, halka kendi hayırımızı nasıl taşıdığımızdaydı.

Bugün de öyle tek kelimeye daraltılıp söylenecek bir hayır yok.

 

Biz O Adam’a ve temsil ettiklerine “hayır” diyoruz. O Adam’ı başkan değil daha yolun başında milletvekili yapanların şimdi meclis sıralarında ucuz kahramanlık yapmalarına hayır diyoruz.

Sadece kime değil, neye ve nasıla hayır dediğimizle birlikte varız.

 

Memlekete başka türlü bir hayrımız olmaz zaten.

Başka türlü çıkacak “hayır”ın memlekete hayrı olmaz. Bunu söylemek yarım akıllılar için büyük günah sayılıyor, örtülü “O Adamcılık” sayılıyor, ama söyleyeyim: O Adam gider, bu adam gelir.

Zaten başka türlü “hayır mayır” da çıkmaz.

 

Peki gerçekten... Ya çıkmazsa?

Eğer o zaman basitçe “sağlık olsun” demeyeceksek, milyonlarca kırılmış insana da “sağlık olsun” dedirtmeye çalışmayacaksak, her bir “hayır”ın mücadeleye bir hayrı olmasını sağlayacağız.

 

Suçlunun sandıktan çıkardığı aklama kararını, fabrikada, tarlada, okulda, mahallede temyiz edeceğiz.

O zaman sadece O Adam’a, Erdoğan’a değil, sermaye diktatörlüğünün bazına asılacağız.

 

Peki “tatava” ne oldu? Yaptık ya...