Şükür namazı

Karar gazetesi’nin yalancısıyım, “üç ayların gelmesiyle birlikte ‘şükür namazı nedir’, ‘şükür namazı nasıl kılınır’ soruları” gündem olmuş.

Ama sizi yanıltmış olmayayım, üç aylar gelmiş değil, Karar Gazetesi Mart ayında hazırladığı bir haberde yazmış bunları.

İtikadınız zayıfsa, şükür namazını büyük bir kısmetle ödüllendirildiğinizde kılmanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Öyle değildir. Şükür namazı, ilk aklınıza gelenin aksine, şahsınıza “piyango vurduğunda” (ki zaten faiz kadar haram bir gelirdir o) aklınıza düşecek bir ibadet değildir. “Şükür namazı kılmanın amacı verilen nimetlere şükrederek nimetleri arttırmaktır. Şükredilmediği taktirde Allah'ın verdiği nimetler azalır.”

Yani...

Yani, büyük ve beklenmedik bir talihli durumla karşılaştığınızda değil, “allahım buna da şükür... Ama sen de bu kulunu gör biraz” dediğiniz durumlarda kılmalısınız. Şükür secdesi. İki rekat.

Öte yandan bu standart kul tarifesi.

Yani “buna da şükür” veciz sözünde saklı olan yaşam felsefesinin bir uzantısı.

Peki ne kadar şükretse az sayılacak kullar için durum nedir?

Yani “şükretmek lazım. Buna da şükür” değil de “hey yüce rabbim verdikçe veriyor, maşallah” durumlarında olanlar için şükür namazı kılmak uygun düşer mi?

Alim değiliz, sözümüz geçmez... Lakin herhalde böylesi durumlarda şükür namazı kılmak çok uygun olmaz. Ya da böylesi kişiler için “bize her namaz şükür namazı” felsefesi daha uygun düşer. “Yeter namazı” hem literatürde yok, hem de insan tabiatına aykırı...

Peki bu durumda Erdoğan ile İmamoğlu’nun yanyana saf tutup namaza durdukları fotoğrafa nasıl bir kulp takabiliriz?

Takmayabiliriz... Sonuç olarak Cuma namazı için camiye gidip yan yana eda etmişler.

İbadet ki, kul ile Allah arasındadır; hakkında ileri geri konuşmak bize düşmez.

Amma ve lakin şeytan dürtmektedir ve o iç sesleri bir fotoğraf altı yazısı gibi yazmak kaderimizdir.

“Ya rabbi... Beylikdüzü’nün imar ve inşaat kralı olmayı, şehr-i İstanbul’un genişlemesinde emlak zenginliğinin kitabını yazmayı bana bahşettiğin yetmezmiş gibi, bu zenginlikle beni halkçı, sosyal demokrat ve solcu kullarının idolu kıldın. Belediyenin havuzunda içki içiririm, içirmem derken havuzlu villaların azizi bu aciz kulun Saint Pederson’u gecekonduların Kaptan Amerika’sı kıldın. Şükürler olsun sana!”

“Ya rabbi... ‘Bu tapeler sonunda bizi ailecek ipe götürecek’ derken, onları atlattığımız yetmezmiş gibi, ‘biz düşürdük’ diye sahneye fırladığımız Rus uçakları yüzünden kazığa oturtacaklar derken, Rus ayısıyla... Kanka olmamızı sağladın. Üstelik bütün bunları yaparken, bizi mazlum milletlerin kahramanı ilan eden milyonlarca yoksul kulunu emrimize amade ettin. Şükürler olsun sana!” (Ne yani hünkarımız, padişah efendimiz birinci tekil şahıs mı kullanacaktı zat-ı şahsi şahanelerinden söz ederken?)

“Ya rabbi... Sahibi olduğum, ortağı olduğum, hiç olmadı akrabası olduğum koca koca şirketler mal varlığı listemde nal gibi dururken duruma uyanamayıp, bankadaki ‘keş’ paralarımın mütevazı seviyelerini kutsayan devrimci kullarını kuyruğuma taktın. Şükürler olsun sana!”

“Ya rabbi... Ben öyle sınıftan, düzenden anlamam. O yüzden ne oldu nasıl oldu, onu da tam anlayabilmiş değilim. Fakat şu muhalefeti, sanki koruyucu meleklerimmiş gibi saldın ya ortaya... Bunca küfürleşmeden, bunca itiş kakıştan sonra en zorlu zamanlarda nasıl da yardımıma yetişiyorlar... Hikmetinden sual olunmaz o yüzden sorgulamayacağım, şükürler olsun sana!”

“As güzelim as... As portreyi. As, as... Nesinden gocunacağız yahu. Getiren biziz, götüren biziz. ‘Erdoğan’dan korktu koskoca Ali Koç’ diyecekler... Ha haa... ‘Koskoca Ali Koç’ işte. Kendiniz diyorsunuz.”

Şükür namazı...

Yoksa “kasa her zaman kazanır” mı demeliydik?