Solda ilkesizlik ve gerçeklik duygusu

Cemaat-AKP prodüksiyonu Ergenekon operasyonlarının hız kazandığı günlerden birinde berber koltuğunda izlediğim haber muhteşemdi. Operasyon kapsamında 20 dakika önce evinden alınmış olan doktorun mesleki rezaletlerini, muayenehanesinde hastalarını nasıl kazıkladığını, sonra kendisini nasıl savunduğunu vs. içeren bir VTR haberin ortasına yerleşmişti.

Polisin 20 dakika önce evinden aldığı “Ergenekoncu” doktorun mesleki usulsüzlüklerini anlatan yarım saatlik bir VTR kanalda hazır edilmiş, akşam haberlerini de beklemeden öğle haberlerinde sunuma verilmişti.

“Bu kadarı olur mu yahu?” dedim berbere. Sadık seyircisi olduğu kanalın bir komplonun medya bacağını oluşturduğu daha açık bir kanıta sahip olamazdı.

“Abi” dedi. “Bütün bunların hiçbiri olmamış da olabilir.”

A! Solcunun istediği bir kuşku, allah vermiş sonsuz kuşku! Düzenin ideolojik aygıtlarının çöküşü başka ne olabilir ki? Gerici iktidarın önündeki tüm engelleri temizleyip, siyasetteki tekleşmesini geçin, bir türlü tutturamadığı toplumsal hegemonyasını da elde edeceği bir operasyon yürüyor ve bu operasyonun önemli bir bacağı bizim Samanyolu müdavimi berberde çökmüş!

Hâlâ da farklı düşünmüyorum: Televizyonları değiştiremiyoruz ama artık televizyon izleyen de kalmıyor. Hiç yoktan iyidir.

Öte yandan andığım örnekten başlayarak durum bundan ibaret değildi.

Sonuçta yaşanan, halkın artık bıkkınlık veren çarpıtılmış gerçekliğe sırtını dönmesi değil, düpedüz gerçeklik duygusunu yitirmesiydi.

Varolan gerçekliğin sallantıda olduğu, mevcut durumun yıkılmanın eşiğinde olduğu zamanlarda inançsızlık kendi başına devrimci bir duygu olmasa da devrimci durumun yarattığı bir duygu olarak olumlanabilir.

Peki düzenin, yani mevcut durumun pek de sallantıda görünmediği, en azından onu sallayacak olan güçlerin sahneye yakın durmadığı anlar için de aynı şey söylenebilir mi?

Ülkemiz yurttaşları, uzunca bir süredir düzenin ve iktidarın yalan bombardımanı ile daha az meşgul oluyor. Basında yapılan temizliğin sonucu artık kimsenin gazete okumuyor oluşu oldu. Medyatörler haltetmiş, bu halkın cahilleşmesi ile, daha da kolay lokmacı olması ile filan ilgili değil. Bilmediğiniz bir şeyleri öğrenme merakı ile okursunuz. Yalan olduğunu bildiğiniz şeyleri okumamanın neresi kolaycılık! “Sigaraya 15 lira veriyormuşuz da Demirören’in eleğinden geçen yazıcılarıyla çıkarttığı gazetelere 1 lira vermiyormuşuz. Ne ayıpmış!” Sigara bile sizin yalanlarınız kadar zararlı değil!

Ama karşımızda başka bir sorun var. Düzenin ve iktidarın yalan aygıtlarına sırt çeviren insanlar gerçekliği başka yerlerde aramıyor. Basitçe gerçeklikle ilişkilerini kopardılar ve kendi gerçekleriyle boğuşuyorlar. Gerçek devrimci ama gerçekler değil. Çoğul eki alıp kalabalıklaştığında gerçekler aynı zamanda yalnızlaşıyor.

“Canım yanıyor öyleyse varım. Ve bundan başka her şey yalan” Söylediği bu olsaydı ona Descartes değil, Müslüm dememiz gerekirdi.

Tüm bunların solla, ilkeyle ne ilgisi var derseniz…

Sosyalist siyasetin söylem düzeyinde değil ama bilinç düzeyinde doğru bildiğini kabul ettirmesine, kendi devrimci yürüyüşüne ve hedeflerine uygun bir gerçeklik duygusunu taşımasına her zamankinden çok ihtiyaç var. Düzenin karşısına yıkıcı enerjisi bile bir yerden sonra tartışmalı olan “yalan dünya” basitliğinde goygoylarla çıkmanın faydası yok.

Meseleleri karmaşıklaştıran bir teorisizmden söz etmiyorum. Yalınlaştıran, örtülmeye ya da muğlaklaştırılmaya çalışılan gerçekliği yalın ve keskin bir biçimde gösteren bir etkinliğe ihtiyacımız var.

“Somut olarak bir konuda eyleme geçirmeyen ama her türlü eylemin temelini oluşturacak doğruları, bir dünya görüşünü taşıyan” propagandaya ihtiyacımız var.

“Belirli ve somut bir konuda eyleme geçirmeyi hedefleyen, somut bilgiyi, somut olarak haksızlığın teşhirini taşıyan” ajitasyona ihtiyacımız var.

Bizi sevimli gösterecek kabul görmüş yarı doğruları onaylayarak etki yaratmaya değil…

Somut bilgiyi, düzenin bütün açıklarıyla teşhirini önemsizleştiren süslü ve güçlü sözlerle hayranlık yaratmaya değil.

Ve bunu başarmak, bize ait olana, kendi dünya görüşümüze, kendi ilkelerimize güvenmeyi gerektiriyor.

Yanisi…

Sol gerçeklik duygusunu güçlendirmek ve bunun için sadece doğrulara, gerçeklere de değil kendi ilkelerine sağlamca yaslanmak zorunda.

Can Yücel’in dizesini hatırlamak çok iyi olmaz mı şimdi?

“Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi”