Sola düşen

Erdoğan'ın yolcu edilmesinde solun payı olacak mı?

Ya da şöyle soralım: bugün bir şeyler Erdoğan'ı yerinden edecekse, solun da buna bir faydası olacak mı?

Bu soruda bir muhasebe de var. Geride bıraktığımız döneme bir bakmak gerek. Erdoğan geriledi mi, sol onu geriletti mi?

Erdoğan'ın “gerilediğini” pek söyleyemiyoruz, o hep ilerliyor, en fazla bu ilerleyişin bir uçuruma doğru olduğunu söyleyebiliyoruz.

Bu haliyle de gerilemese de gerildiğini söylemek yanlış olmaz.

Peki, Erdoğan'ı geren süreçlerde solun payı oldu mu?

“Elbette oldu!” yanıtını vermeden önce bir ayıklamaya ihtiyacımız var.

Eğer “sol” dediğimiz şey, şu bizim mahalleyse...

Biliyorsunuz Oral Çalışlar “AKP iktidar olduktan sonra bizim mahalle travma geçirdi” demişti.

İşte sol, o bizim mahalleyse...

Herkesin iğnelerken kendisi dışındaki herkesi, sahiplenirkense en başta kendisi, herkesi kastettiği “sol” ise...

Bu sorunun bir yanıtı yok.

Bu muhasebede solun hanesinde hep iyilik güzellik yok ki!

Haziran'da Erdoğan gerçekten yolun sonuna geldiği hissine kapılabilmişti.

2013'ü kastediyorum! 2015 Haziran seçimleri için hiç böyle düşünmeyelim.

İşte o noktada bile  “özgürlük talebi çok hoş bişey, hele yeryüzü iftarlarıyla daha da bir güzel oldu buralar, ama 'Hükümet İstifa' diye bağırmasak, bizde 'Ordu Göreve' çağrışımı yapıyor” demeyi başaranlar vardı, “bizim” mahallede!

Evet, sol 14 yıllık gerici iktidarın en uzlaşmaz düşmanı, en büyük baş belası oldu.

Ama Erdoğan'ın yükselişinde kritik anlarda ona basamak olan da “sol”du.

Erdoğan'ı yükselten “bir kısım sol” değildi elbette. Yükselten güçler belli.

Ama sol, liberaller eliyle, emperyalist “batıcılar” eliyle paralize edildi. Gerici yükseliş karşısında tam da ülkenin tek güvencesi olan sol. Bire kadar kırıldığında bile koruduğu meşruiyet Erdoğan'ın ayak altına itildi.

Mahalleyi, sınırı Murat Belge'den geçecek şekilde bölüp soruyu sadeleştirmek de hiç mümkün değil. Açıkçası ben “şu bizim mahalleyi bir çizgi ile bölelim, çizginin öte tarafına da sol demeyelim” fikrinden Alper Taş, “Ahmet Hakan arkadaşımızdır” dediği gün vazgeçtim.

Şimdi...

Baştaki soruya dönebilmek adına, bırakalım dağınık kalsın. Diyelim ki, mahallenin gelmişinden, geçmişinden kalan devrimci, derinlikli, tutarlı ne varsa, o olsun sol ve soruyu bu sol adına soralım.

Gücünden, örgütlü gücünden, hatta kitlesel etkisinin sandıkta sadakat  gösteren kısmından bağımsız olarak bizim sol, ülkenin gericiliğe teslim olmamasının belki de tek sebebidir.

Taktiklerden, politikalardan falan söz etmiyorum.

Tersine, sol taktik harekatlar tasarlamaya, ideoloji ve ilke bağlantısı kopmuş politikalar geliştirmeye kalkıştığı her seferinde AKP'nin üzerindeki gerilimin atılmasında pay sahibi oldu. Kolay yoldan şu sandık operasyonlarını sıralayalım: 31 Mart 2014, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015... Solun “taktik” arayışları hep AKP'ye yaradı. “7 Haziran seçimlerindeki HDP zaferi de mi!” diyerek çırpınacaklara hemen söyleyeyim, sadece 7 Haziran “taktikleri” değil, 8 Haziran günü atılan sevinç çığlıkları da!

Fakat sol, müsadenizle bir soyutlama olarak önereceğim “Türkiye koministliği” dik başlılığı ile, bazen hesapsız denilebilecek saflığı ile, çok farklı toplumsal alanlardan gelen insancıllık kaynaklarına dönük sahipleniciliği ile AKP'nin ülkeyi teslim alamamasında ve bu yüzden sürekli ipleri germek zorunda kalmasında pay sahibidir.

Şimdi ileriye bakalım...

Bu duruş yetecek mi?

“Erdoğan'ı götürecek bir dalgada sol kendi payına düşeni bu duruşla mı yerine getirecek?”

Bu soruyla sadece biz ilgilenmiyoruz belli ki. Mesela Ahmet Hakan da ilgileniyor!

Bu sorunun cevabı net bir biçimde verilmelidir.

Bana göre bu cevap şu olabilir: “Evet, sonuna kadar. Ve hayır olsa ne yazar!”

“Yeter ki gitsin” diyenleri susturup “gitsin ama yetmez” dememizin anlamı bu.

“Erdoğan'ın gitmesi yetmez, yerine yenisi gelecekse, gericilik de restore edilecekse bunu bir çıkış yolu olarak görmeyiz” diyoruz ya...

Birincisi bunun anlamı, gericiliğin güçlendirilip restore edilmesine karşı solun tutması gereken mevzilerin, vermesi gereken mücadelenin Erdoğan'ın gönderilmesinden apayrı bir iş olduğu değildir.

Tersine “solcuyum” diyenler bir işe yarayacaklarsa, gericilikle tam boy bir hesaplaşmada işe yararlar. Aksi halde bize düşecek olan sadece susmak olur. Ahmet Hakan'ın tavsiyesine çok benzer bir tavsiye de geçen hafta “araştırmacı gazeteci” İsmail Saymaz'dan geldi. Açık söyleyeyim, eğer Hakan da Saymaz da haklılarsa, yani sol ve ilerici muhalefetin en çok dikkat etmesi gereken şey, dine, islama (elbette onun toplumsal yaşama zerk ettiklerinden söz ediyoruz) “hiç karışmamaksa”... En iyisi susmak olur. Kenara çekilip, düzen muhalefetine ayak bağı olmamak... Arasıra uyumlu goygoy çığlıkları ve şansını çok zorlamayan itiş kakışlar.

“Ben de imam hatipliyim ama” diye başlayan 140 karakterler de bana göre “susma” kategorisindedir.

Yapan yapsın, bizim “ontolojimize” aykırı.

Bir diğer nokta...

“Koministlik” gericiliğe sadece en uç örnekleriyle değil, “muhafazakarlık” kılıfıyla kabul ettirilmiş mevzileriyle de hesaplaşacaktır. Bu hesaplaşma, Erdoğan'ın ayaklarını bastığı sağlam toprağı kaydırmanın da yegane yoludur. Bu hesaplaşma, bu yüzden “koministlik” adına diktatörü indirmek için yapılacak en önemli şeydir.

Anlaşılmıyorsa daha açık söyleyeyim, “koministlerin” Amerikancı cemaate vurmasına “düşene vurmak” olarak bakılmaz. “Tayyip faşizmine karşı mücadelede zaafiyet” olarak hiç bakılmaz. Başka türlüsü de “faşizme direnen” cemaate değil gericiliğe kan verir.

Velev ki böyle değil...

Velev ki, taktiği, politikayı boşverip, gericiliğin en büyük dayanağı olmuş kurum ve yapılarla ne iş çevirebilirizi boşverip yaptığımız şey fedailikten başka bir şey değil. Velev ki, bu hiç de taktiksel olmayan duruş Erdoğan'ı güçlendiriyor, Erdoğan karşıtı cepheyi (!) bölüyor.

Ne yapalım, büyük şölen pastasını kaçırırız.

Düzende itibar arayan muteber solcuların helvasını yeriz.

Ama, dediğimiz gibi...

Bir şölen olacaksa, solun ondaki payı tastamam “koministlik” yaparak olacak.

Günün Tavsiyesi

Çok dinibütün geçinen birisi size gelir de “İnanç sahibi olmayan birisinin ahlaklı olmak için hiçbir nedeni yoktur. Cehennem korkusu olmazsa insanlar her türlü kötülüğü yaparlar” derse...

İyi bir tartın, kafasının bir kenarında bir “ya yoksa” kuşkusu var mı?

Olabileceğini düşünüyorsanız, yani öyle beş vakit namazında olmakla birlikte aslında bir yerlerde bir kuşku var gibi görünüyorsa...

Hemen uzaklaşın ve kendinizi korumaya alın. “Her türlü kötülüğü yapabilir.”

Şaka bir yana, ben bu yobaz kitlesi içinde böyle bir “ya yoksa” fraksiyonunun olduğunu düşünüyorum. Bir de onlar için problem yok aslında. Varsa, zaten ümmetten oldukları için günahları affedilecek. (Ayet var, söyleyeyim!) Yoksa... İyi ya, ne yapsa yanına kar kalacak.

Saçma mı geldi? Son günlerde ayyuka çıkan olaylarla ilgili varsa daha iyi bir açıklamanız söyleyin.