Siyasette geçer akçe: Para ve din... Bir de patlayan bombalar

Askeri vesayet, dinin kullanılması, lider sultası... Siyasal yaşamın “biçimsel” özelliklerine ilişkin çok şey söylendi şimdiye kadar. Ülkemizde siyaset demokratikleşmeliydi, iyileşmeli, güzelleşmeliydi.

Siyasetin yapılma biçimine, siyasette ağır basan kurumlara ve geçerli olan araçlara ilişkin şeyler söylendi.

Şiddetin yerini diyaloğun alması gerektiği, askeri vesayetin yerine sivilleşme, atanmışların değil seçilmişlerin ağırlık kazanması...

Çok şey söylendi. Ve adım adım burjuva siyasetinde zaten hep işleyen bir mekanizma bu sefer başka hiçbir şeye alan bırakmamak üzere hakimiyet kazandı.

Siyasetin halksızlaştırılması...

Sorunları “sandıkta çözme”, “son sözü sandığın söylemesi” ya da “AKP'yle sandıkta hesaplaşma” gibi cümleler, zaman zaman patlamaya varan bir enerjiyle harekete geçen kitleleri siyasetin tribünlerine doğru atmanın sloganları oldu.

Sandık, adlı adınca burjuva parlamenterizmi, düzen siyaseti, halk kitlelerine siyasetin tek yolu olarak sunulurken, bunun tek bir sonucu oldu: Düzen kurumlarının, sermayede toplanan ekonomik gücün ve cemaat-tarikat-diyanet piramidinin tekelindeki dinin, siyasetin geçer akçesi olması.

Son dönemde buna “bombalar siyaseti” eklendi.

Türkiye solunun romantik ezberi PKK bombalarını “silahlı halk ayaklanması” kalıbına oturtadursun, patlatılan bombaların, tarafları belli bir savaşın değil emperyalist diplomasinin bir parçası olduğu çok açık.

90'lı yıllarda Kürt siyaseti, turizm merkezlerinde, kentlerde icra ettiği bombalama eylemlerini belli bir şekilde gerekçelendiriyordu: Kürt savaşına sessiz kalan, TC devletinin yürüttüğü kirli savaşa onay veren Türk halkını sarsmak ve devlet terörünün, kirli savaşın sonunda kendisine de vuracağını göstermek. Böyle miydi? Değil miydi? Konumuz bu değil.

Bugün ise bombaların, “Türk halkını” ya da halkın Türk olan kesimini sarsmak, ona bir mesaj vermek ya da taraf seçmeye zorlamak gibi bir anlamı hiç yok.

Emperyalist dünya sisteminin bir parçası olarak Türkiye siyasetinde koz göstermek, belirli merkezlere “uygun planlarda, uygun karşılıklarla rol alma uygunluğunu” sergilemek gibi hedeflerle bu eylemler yapılıyor. Neredeyse her örnekte hiç değişmeyen mesajsa belli: Kürt siyaseti Türkiye'de ve bölgede herhangi bir yeniden yapılanma arayışının kendisini yok sayma şansının olmadığını kanıtlıyor. Kesin bir mesaj varsa mesaj bu. Mesajın muhatabının “halk” ya da “halklar” olmadığı ise çok açık.

Bu bir siyaset mi? Evet, bu bir siyaset. Mesajları var, hedefleri var.

Bu siyaset halkçı mı değil mi sorusunu bir kenara bırakalım, bombalı siyaset Türk ya da Kürt halkına siyasette alan açıyor mu?

Tersine!

Bombalı siyaset, siyasetin halksızlaştırılmasında yeni bir aşama.

Burada istihbarat örgütlerine yer var, burada bomba imha ekiplerine, teknik donanımlara, bombaların ardından harekete geçecek kitle medyasına, televizyon kanallarına, büyükelçiliklere, misilleme yapacak kontr-terör örgütlerine yer var.

Halka yer yok.

A4, C4 vs. patlayıcılarla yürütülen siyasal savaşımda “sivil” bir yön yok.

Siyasetin halksızlaştırılmasında sandık-bomba ikilisi mükemmel bir bütünlük oluşturuyor. “Sokak edebiyatı”nı dilinden düşürmeyen gezi/Haziran mirasçısı yeni liberal/yeni demokrat kesimlerin her ikisine de zaafı var. “Sandıkta geriletme” fikri, popülist CHP kuyrukçusu mirasın, milli irade demagojisi karşısındaki zaaflarla bütünleşmesi sonucunda ortaya çıkıyordu.

Bombalar siyasetine dönük zaafsa herkesin malumu: Solda şiddetin biçime değil öze dair bir şey olduğu sanısı hiç eksilmedi. Kimisi “şiddetin son bulması”nı tek ve yegâne hedef olarak gördü. Kimisi içinse, devrim dediğin kalaşnikoftu.

Siyaset böyle halksızlaştırılıyor ve sokaktı, tabandı, özyönetimdi derken belirli bir sol birikim bu oltaya böyle geliveriyordu.

 

Perşembe'nin gelişi...

Bir bomba patlamayagörsün, hemen sesler yükseliyor. “İnsanlık dışı ve kabul edilemez, sivil halka zarar veren bu eylemlere kesinlikle karşıyız, kınıyoruz.”

Bir ay önce “Kürdistan'da yaşanan kıyıma karşı gençlerimizin tepkisi büyüyor, haksız da sayılmazlar” açıklamaları gelirken kulağının üstüne yatan, “bu tehditkâr cümleleri doğru bulmuyoruz” deme basiretini gösteremeyen liberal ve demokratlarımız burada da birinciliği kimseye bırakmıyorlar.

Oysa Perşembe daha Çarşamba'dan bağırıyor: Geliyorum!

Patlayan bombaların kendilerini siyasetin dışına fırlattığını göremeyen sosyalist ve demokratlarımız sonradan yapılan etkisiz açıklamalarla sağduyu şampiyonluğunu alacaklarını ve “siyasetin sol duyu odağı” rolünü kapacaklarını sanıyorlar.