Senin Hikayen Anlatılandır

Hastanelerde kağıt olmadığı için basılamayan tahlil sonuçlarını (artık alışıldığı üzere) sosyal medya hesaplarından yayınlanan fotoğraflarla öğrendik. Kağıt yok, sonuçlar basılamıyor ama doktorunuz bilgisayar ekranından görebiliyor.

Bu fotoğrafı haber yapanların kaçı ötesini merak etti bilmiyorum. Oysa sadece küçük bir işaret, küçük bir parçaydı.

Sağlık Bakanlığı'nın döviz kurları ve kriz (!) nedeniyle bazı ihaleleri iptal etmekte olduğu, bazı ilaçlar için önümüzdeki dönemde sıkıntı yaşanabileceği haberleri de bir yandan fısıldanıyordu.

Tahlil sonuçlarının basılmadığı kağıtlar teferruat. Devlet babanız yakında çıkıp "hani şu sağlıkta devrim dediğimiz sağlık hizmetleri var ya? Artık yok" diyebilir.

Kağıt zamlarının, vatandaşın geri tarafından önce vurduğu okul kitapları hakkında çıkan haberler de bu tablo içinde. Kitaplar basılamayabilir haberleri dolaşmaya başladı. Yayınevlerini, yandaş matbaaları ihya eden, öğrenci velilerini çocuğun kitaplarını düşünmekten (!) kurtaran ücretsiz dağıtılan kitaplar için de yarın "hani var ya? Artık yok" diyebilirler.

Kemer sıkılacak mı, sıkılmayacak mı? Kriz geldi mi, durakta durmadan teğet devam mı ediyor gevezelikleri yürürken... Vatandaşın her durumda fedakarlık için hazır olması gerektiği anlatılırken... Devletimiz, girişimcimizi zor durumda bırakmamak için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır beklerken... Kemer çoktan sıkılıyor, halk çoktan daha fazla payına düşenden yoksun bırakılıyor.

Bunların üstüne işçi direnişleri haberleri geliyor. Flormar, seçimlerden önce ses verdi. “Kriz – fedakarlık” goygoyu başlamadan önce sendika hakları için işçi direnişinin sesi çıkmaya başladı.

Üçüncü Havalimanı inşaatında Şubat ayında parlayan öfke geri geldi. Aslında geri gelen işçilerin öfkesiydi ama kendini gösteren sermayenin pervasız sömürü tutkusuydu.

Çok temel, çok insanca, çok basit, çok olmazsa olmaz şeyleri istiyordu işçiler. Karşılığında devletin zorbalığını gördüler.

"Çok mu zordu işçilerin bu en basit taleplerini yerine getirmek" derseniz hata edersiniz.

Çok zordur. Bu yüzden zora gelmedikçe yerine getirmezler. Onları zorlamak gerekir!

Çünkü patron sınıfının varlık nedenidir, varlığının teminatıdır bu taleplerin yerine getirilmemesi.

Cengiz inşaat "milletin ..." diye başlayan sözlerinin sadece dereleri, gölleri, deniz kıyılarını, ormanları hedef aldığını düşünmeyin. Kastedilen, en başta alın terinin yağmalanmasıdır. Zorun, taassubun, devlet imkanlarının ve giderek devletin kuvvetinin de devreye girmesi ile emek yağmasından en önce pay almak, emeği daha aza razı ederek, daha fazlasını kazanmaktır.

"Milletin ..." diyenler en önce milyonlarca işçinin alın terine göz koymuşlardır.

Daha önce çeşitli defalar uyarılmıştık bir konuda: Kriz geliyor konulu haberlerin ve çıkartılan gürültünün bir kısmı tam da yükü sırtına yüklemeye niyetli oldukları emekçi halkı buna hazırlamaya yarıyor. Şimdi bu konuda da yeterince yol aldıklarını düşünüyorlar. “Çok mu zordu” diyenlere. “Memleket batıyoor, batıyoor” diye yanıt veriyorlar.

O yüzden zor. Zorun oyunu var ortada. İşçi kitlelerinin en başta üretimde ortaya koyacakları güç gösterileri henüz ufukta... Yok demeyelim de, belli belirsiz görünüyor. Ve örgütsüzlüğün, dağınıklığın, bölünmüşlüğün etkisiyle hep erteleniyor.

Bu yüzden, şimdi havalimanı inşaatında olanlar işçi sınıfının bütününü ilgilendiriyor.

Çünkü TKP 2018 Konferansı’nın bildirisinde söylendiği gibi:

“Tüm ülke adım adım bu cehennem inşaatına benzetilmektedir. Böyle giderse, işçinin hakkına el koymakla yetinmeyip sözleşmeli ücretini de gasp etmeyen fabrika kalmayacaktır. İşçilerin, bırakın iş yerini, daha servisle işe giderken pervasız bir zalimliğin kurbanı olup can vermesi bir istisna olmaktan bütünüyle çıkacaktır. Toplama kampı benzeri barakalarda, piramitleri diken kölelere layık görülmüş koşullarda barınarak, ölümüne çalışmak tüm işçilerin kaderi olacaktır.

Böyle giderse...

Böyle gitmez!”

***

“Böyle gitmez” hem bir iddiadır, hem de bir öngörü. Öngörü budur: mızrak çuvala sığdırılamayacaktır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada, sistemin en fazla tahkim edilmiş görüldüğü ülkelerde de sığdırılamayacaktır.

İddia ise sözün başka bir tarafındadır.

Mızrağın çuvala sığmadığı noktada, görenlerin gözüne saplamak yoluna başvururlar. Seyirci kalan, örgütlenmeyen, uyanık davranmayan, hatta yılan kendisine dokunana kadar yılandan yana saf tutan, o anda saldırının hedefi olmaktan kaçamaz.

İşte o anı çuvala sığmayan mızrağı kırıp, patronların gözüne sokacak bir örgütlülükle karşılamak zorundayız. Hikayeyi de, ana fikrini de yeterince erken anlatıp yaymalıyız. Dünya zamanla yarışıyor. İşçi sınıfı da... Yok olmamak için. Hayatta kalmak için.

İşçi sınıfının partisi olarak zamanla yarışmayı en iyi biz biliriz.

Zamanla yarışmalıyız. Zamanla yarışacağız.