Ölüler ölür ama gömmek lazım

Dead don’t die: Ölüler ölmez.

Jim Jarmusch’ın bu yıl izleyiciye sunduğu bir film.

1950’lerden beri Amerikalıların dünyaya bir klişe olarak “refah toplumu resmi” olarak saldığı, klişenin kendisi kadar neredeyse parodilerinin bile artık bir klişe haline geldiği küçük sevimli bir Amerikan kasabasında geçiyor. Adı parodiyi müjdeliyor aslında: Centerville. Merkez kasabası.

Bir zombi filmi! Filmin bir türlü sonu gelmeyen gerilimli başlangıcından sonra kan gövdeyi götürüyor. Kan derken... Sonuçta filmin sonuna gelene kadar fanilerden verilen kayıplardan çok kafası kopartılarak “canlanma” yeteneği ortadan kaldırılan zombilerin cesetleri (cesetleri derken?) ekranı dolduruyor.

“Amerikalı” film seyircisi film konusunda ikiye ayrılmış anladığım kadarıyla.

“Jarmusch baba yeni film çekmiş” diyerek heyecanlandıktan sonra “ama film zombi komedisiymiş” diyerek üzülenler bir grup.

“Yeni zombi filmi gelmiş en yakınımızdaki sinemalara” diyerek coştuktan sonra filmi izleyip “aradığını bulamayanlar” bir başka grup.

Sinema hakkında ahkam kesmek niyetinde değilim ama şöyle bir şey farkettim: Jarmusch iyi (ne demekse) bir zombi filminin yapması gerekeni yapıp ekranı çirkin ve ürkütücü zombilere boğarken ve bu zavallıcıkları kellelerin koptuğu mezbahadan geçirirken bir noktada her şeyi olağanlaştırıyor. Yani zombiler karşımıza aniden çıkmamaya başlıyor, zaten her yer zombi. Polis devriyesi onların arasından yavaş ve keyifli bir biçimde geçiyor. Arada devriyedeki polisin zombilerden birine bakıp “a babaannem” demesi ya da “bu çocuğu tanıyorum geçen yıl ölmüştü” demeleri filan... Zombi filmi, izleyenlerini zombileri yadırgamaz hale getiriyor neredeyse. Mizahın verdiği bir hafifliğin de katkısıyla “zombilerle içli dışlı oluyoruz” yani.

Filmin asıl hikayesi de bununla çıkıyor zaten.

Alegori, uzun bir tiradla kendini ortaya koyuyor: Centerville bir tüketim toplumu parodisi aslında. Tüketim toplumu dediğime bakmayın, yönetmen adına konuşup onu olduğundan marksist göstermemek için bu ifadeyi seçtim: Kapitalizmin bir çürüme olarak sunulması, “sevimli Amerikan kasabasının” piyasalaşmanın, metalaşmanın çürüttüğü bir mezarlık olarak resmedilmesi yapılan.

Biçimsel olarak oldukça sert olan bu anlatı bir sonuca varmıyor. Hatta filmin sonunda zombi olmayan da kalmıyor. (Neredeyse kalmıyor diyeyim.)

Filmin adı da bu sert toplumsal taşlamanın soluğunun yettiği yeri işaretliyor zaten: Ölüler ölmez. (Ölemeyenler de olabilirdi.)

(Bir sürü göndermeyle, küçük alt parodilerle örülen detaylara girmiyorum. Konumuz değil, üstelik bunlar hakkında yazacak en uygun kişi de ben değilim.)

* * *

Zombi demişken...

Birkaç hafta önce Murat Belge Birikim’de bir yazı yazdı. “Ya sosyalizm ya barbarlık” demeye de dili varmıyordu ama... Özetle söylediği buydu. Daha doğrusu onu söyleten bu histi. Yoksa bir Belge klasiği: Sosyalizme ait olan ne varsa şöyle sağlam bir darbe indirilecek, hiç olmadı bir çentik yiyecek ama yazarın “sosyalist yazar” kisvesine zarar gelmeyecek.

* * *

Sonra dün Erdoğan’ın sanayi fuarı gezerken giydiği kırmızı süslü tulumu gösterip “giydik netekim işçi tulumunu” deyişi geldi.

(Pardon unuttum: Zombi demişken!)

* * *

Jarmusch’u haksız çıkarmanın zamanı gelmiş belli ki.

Ölüler ölür. Gömüldükleri yerde onlar da huzur bulur, yaşam da!

Kapitalist çürüme hakkında vıdı vıdı edip durmayı bitirip, onu tarihe gömmenin zamanı geldi de geçiyor belli ki...

* * *

Ha bir de zombi demişken...

Konuyla ilgili bir okuma önerisi: