Meydanlarda kemiyet ve keyfiyet

Konda'nın “Demokrasi Nöbeti” anketi ilgi çekti ama hakkında pek az konuşuldu.

Sanırım herkesin “işte resmi ortaya dökecek sayısal veri” diyerek karşıladığı, resmin sayısallaştırılması için oldukça uygun ve akılcı bir soru seti ile hazırlanmış bir anket. Anketi olduğu gibi aktaran haber siteleri çokçaydı. Anketten “görünen” sonuçları soğuk bir dille çıkartan haber yazıları da...

Şu linkten bakılabilir, kısaca özetleyeyim: 26 Temmuz gecesi Kısıklı, Saraçhane ve Taksim'de “Demokrasi Nöbeti”nde olan 1875 kişi ile yapılan görüşmelerle hazırlanmış. Nöbetlere katılımları, siyasi görüşleri, parti üyelikleri gibi konularda sorular sorulmuş. Çok basit bazı karşılaştırmalarla anlamlı sonuçlar çıkartmaya müsait yanıtlar derlenmiş.

Çıkarılabilecek çok kaba sonuçlar bile açıklık yaratıyor ama bu kaba sayısal sonuçlarla “geceye ilişkin görüntüleri” birleştirmeye kimse pek yönelmiyor.

Nöbettekilerle yapılan ankette, 1 Kasım seçimlerinde AKP'ye oy verenlerin oranı yüzde 79.5, buna en yakın büyüklük olarak MHP'ye oy verenlerin nöbetteki oranı ise 4.3

Buradan hemen çıkartılan sonuç, anketle ilgili haberlerin de manşeti: Demokrasi Nöbeti'ne katılanların yüzde 80'i AKP seçmeni.

Asıl önemli veriye ise pek yüz verilmiyor: Nöbetlere katılanların yüzde 44'ü “bir parti üyesi”. Konda'nın İstanbul normali olarak verdiği sayı yüzde 11.

Ankette “nöbete hangi aşamada katıldınız” sorusuna Erdoğan'ın çağrısından önce yanıtı verenlerin oranı yüzde 27 ve bunların içinde “bir parti üyesi” olanların oranı yüzde 57'ye çıkıyor.

Erdoğan'ın çağrısının ardından sokağa çıkanların oranı ise yüzde 53. Bunlarda “bir parti üyeliği” yüzde 43.

Demokrasi nöbetine Erdoğan'ın çağrısından önce katılanların oranı yüzde 27, Erdoğan'ın çağrısı üzerine katılanların 53, 16 Temmuz'dan sonra katılanların ise 21.

Bu verilere bazı profil değerleri eklemekte yarar var.

- Nöbetlere katılanların ortalama eğitim süresi (9.4 yıl) ve babalarının ortalama eğitim süresi (6.1) İstanbul ortalamasına oldukça yakın. Öte yandan lise ve üniversite mezunlarının oranı İstanbul ortalamasının oldukça üzerinde. Yani nöbetlere katılanlar ortalama bir İstanbullu'dan daha “yüksek” eğitim düzeyine sahip.

- Nöbetlere katılanların yaş ortalaması 35.8 İstanbul normali 40.4 ama burada karşılaştırma anlamını yitiriyor. 35 yaş İstanbul'da çoluğa çocuğa çoktan karışmış, iş ve meslek sahibi bir kitleyi ifade ediyor. Gerici yayın organlarında çok örneği yer alan “çocuğun var dedik ama yine de gitti şehit oldu” öyküleri ile birleştirebilirsiniz.

Sözü uzatmadan bu sayıların bana anlattıklarını kısaca ifade etmek istiyorum. Bunları söylemek için bu sayılara ihtiyaç yoktu ama sayılara, gerçekleri “akademik titizlik”le itibarsızlaştıranlara karşı ihtiyaç duyuyoruz.

15 Temmuz gecesi “tehlikede olan demokrasi” için sokağa fırlamış olan ilk topluluk örgütlü. AKP üyesidir, heyecanlı gençlerden değil altın çağında “parti erbabı”ndan oluşuyor. Şaşırtıcı değil. Ve anketlerin dışında bazı verilerle de birleştirildiğinde şu kolaylıkla söylenebilir: böyle bir girişimi bekleyen, gerektiğinde sokağa çıkmaya hazır olan bir topluluk, gece yarısı Erdoğan ekrana çıkmadan önce harekete geçmiş. Erdoğan'ın konuşması sonrasında sokağa dökülenler için de sözünü ettiğimiz tesbit geçerli. Parti üyeliğinin öyle çok oynamamış olması ise “örgütlü hazırlığın” (teknik ve askeri bir hazırlıktan değil politik/psikolojik hazır olma halinden söz ediyorum) harekat çerçevesi daha fazla netlik kazandığında harekata katıldığını gösterebilir.

Lise ve üniversite mezunlarının oranının yüksekliğini de bu çerçevede değerlendirmek lazım. Bunu “eğitim”den çok “sosyal hareketlilik” açısından bir belirleyen olarak görmek doğru olur.

Yaş ortalamasının hiç de düşük olmaması, lise-üniversite eğitimi gibi veriler, parti üyeliği ile birleştirildiğinde 15 Temmuz gecesi “demokrasiye sahip çıkan”ın bir kitle değil, örgütlü ve hazırlıklı (yine politik olarak bu duruma hazırlanmış anlamında... Askeri, teknik ve lojistik bir hazırlık polis ve belediyeler için geçerli olabilir.) bir karşı “ordu” olduğunu söylemek kolaylaşır.

Üstelik bu sadece buzdağının görünen kısmı! Anket, demokrasi nöbetine katılan kişiler arasında yapılıyor. 15 Temmuz gecesi sahne alan ve anılan “kitleden” çok daha belirleyici olan iki unsuru hatırlatalım: AKP'li yerel yönetimlerin “çalışanı” olan militan parti kadroları (hafriyat kamyonları ve dozerleriyle birlikte) ve polis.

Konda verilerinde bununla birleştirilmesi gereken bir diğer nokta, 16 Temmuz'dan sonraki katılımla ilgili.

Birincisi, 26 Temmuz gecesi nöbette olanların sadece yüzde 21'i sokağa 16 Temmuz'dan sonra çıkmış. Yani 15 Temmuz'u izleyen 11 gün boyunca “demokrasi bekçiliği” konusunda yapılan propaganda o kadar büyük bir kesimi harekete geçirmemiş. Üstelik bu son grupta da AKP seçmenlerinin oranı pek gerilemiyor. Ve daha önemlisi son grupta ev kadınlarının oranı ciddi bir biçimde artıyor. Buradan sonradan eklenenlerin de az olmayan bir kısmının ilk günün çatışmalarında evde kalıp kocasının yolunu bekleyenlerden, yani aynı militan örgütlü havuzun parçası olanlardan oluştuğu sonucunu (en azından yüksek değerli bir hipotez olarak) çıkartabiliriz.

Bir şeyi özellikle belirginleştirmek lazım: 15 Temmuz gecesi harekete geçen kesimin esasen AKP'liler olmasından söz etmiyoruz. Bu şekliyle basitçe, “kendi demokratik hakları tehlikeye girince demokrasinin kıymetini anlayan AKP seçmeni” tanımlaması yeterli olurdu. Sola yakın kimi kalemlerin “tamam adamlar tehlikede olan AKP iktidarı olunca demokrasiyi savunmuşlar, ama sonuçta savunmuşlar” kelamları da bu tanımdan hareket ediyor.

Oysa bu tablo başka bir şey anlatıyor: Demokrasi nöbetlerinde harekete geçen topluluk, Erdoğan'ın iktidar kavgasının militanları. Demokrasiyi kendine yontarak da olsa sahiplenen bir “halk kesimi” değil.

Tüm bunlar, darbe girişiminin ardından neredeyse bir ay geçmişken üzerinde durulmayı hak ediyor mu? Burda bırakırsak çok da değil.

Ötesine geçelim.

Türkiye'nin kendiliğinden kitle hareketi geleneği, deneyimi ve eğilimi zayıf, yaygın biçimde örgütsüz ama örgütlü hareketlerin belirlediği bir ülke olduğunu unutmayalım.

Örgütlü azınlıkların bazen daha geniş kesimleri yönlendirerek, bazen de kendi gerçekliğinden daha büyük bir görüntü vermeyi başararak siyaseti belirlediği bir ülke.

Böyle bir ülkede devrimcilerin “sayı hesabı”yla ömür tüketmeleri acıklıdır. (*)

Sayıyı az gören de şişiren de aynı yanılgıya düşüyor. Hazırlıklı ve örgütlü bir militan kadronun yerini heyecanlı ve “yaratıcı” bir gevşek kitlenin tutamayacağını anlamamak da cabası. Gezi Direnişi'ne ilişkin şişirmeler de, tonlarca toprak yüklü hafriyat kamyonlarının tanklarla çatışmasında neredeyse çocuksu bir “spontanlık” arayan enayilik de aynı çarpıklığı taşıyor.

Yeri gelmişken küçük de bir kıtır atalım: Haritalar üzerinde yapılan akılcı hesaplamalar Yenikapı mitinginde 5 milyon kişinin olmasının imkansız olduğunu gösteriyor. 150 – 300 bin metrekare arasında bir alana yayılan bir kitlenin en fazla bir buçuk milyon, gerçekçi olunursa 600 – 800 bin kişilik bir büyüklükte olabileceği anlaşılıyor. (Birgün gazetesinde bu hesabın pek güzel yapıldığı bir haber yer aldı)

Peki birisi 40-80 bin metrekare arasında bir alana yayılan Taksim'e bir milyon kişiyi nasıl sığdırdığımızı anlatabilir mi?

Aman, bu yaptığımın bir “o kadar da kalabalık değil miyiz” sorgulaması olduğu sanılmasın.

Tersine, sayılar üzerinde bu kadar oynayıp, onları abartırken, insanları küçümsüyor olabilir miyiz?

Sadece buna işaret ediyorum.

 

 

(*) Bu konuda Özgür Şen'in Boyun Eğme'nin bu hafta yayınlanan 44. sayısındaki yazısını tavsiye ederim.