Kılıçdaroğlu'nun sakalları olsa Karl Marx olur muydu?

Keşke... Keşke 1978’de Maraş Katliamı olduğunda “hükümetin başı”nda olan Ecevit sıkıyönetim ilan etmek yerine MHP’nin üzerine gitmeyi, bu cinayet şebekesini kapatmayı bilseydi.

Keşke sosyal demokratlar 2002 seçimlerine güçlü bir liderle ve tek bir partiyle girseydi de iktidarı, ABD’den olma Refah’tan doğma AKP’ye bırakmasaydı.

Keşke Kılıçdaroğlu, 2010 Eylülü’nde, tam da AKP’nin göz diktiği son kaleleri de düşürdüğü referandumun hemen ertesinde, “laiklik tehlikede diyemem” demeseydi de “laiklik tehlikede, laikler mücadeleye” deseydi.

Ne kötü bir kelime şu “keşke”...

Keşke hiç olmasaydı! 

Basiretsizlik, iradesizlik, pişmanlık, şaşkınlık, zayıflık... Hepsini barındırıyor. Asıl önemlisi, bu kelime gerçekten çürük bir “tarih felsefesiyle” çok iyi örtüşüyor. 

Onyıllar sonra “Türkiye’ye komünizm gelmediyse benim sayemdedir” itirafını övünerek yapan Ecevit, 1978’de Maraş Katliamı’na suçluları cezalandırarak, cinayet şebekesini çökerterek yanıt veremezdi! Ortak kaygıları ağır bastı çünkü: Türkiye’ye komünizm gelmemeliydi!

2002 seçimlerinden liberal, Amerikancı, dinci AKP dışında bir parlamenter hükümet çıkamazdı. Ulusal ve uluslararası sermayenin birikmiş büyük  talepleri vardı. Bu talepleri gerçekleştirmek için denemesini yaptıkları “Dervişli Amerikan destekli YTP solculuğu” nun solun bile büyük bir kısmını sürükleyemeyeceğini anladıklarında alternatif tekleşti.

Arslan sosyal demokratlar, 2002’de bir şeyi çoktan öğrenmişlerdi:
“İktidar ol” komutu duyulmuyorsa, iktidarı belirleyen “iktidardaki” sınıf büyük pastayı başkalarına ayırmış demektir. Bu durumda kalan küçük pastayı paylaşmak için didişmek, kalan tek yoldur.
Kâfi... Acıklı olan, marksist solda ya da daha doğrusu marksizmin etkisindeki radikal demokrat aydınlar arasında bu ilkel tarih bilincinin (!) yaygınlığıdır.

Bazılarına göre komünistlerin en büyük hatası Nazilere karşı sosyal demokratlarla birleşmek yerine “sınıfa karşı sınıf” demiş olmalarıdır!
Sosyal demokrasiyi Nazizmden daha büyük bir tehdit olarak görmeleri, Nazizme karşı onunla birleşmeyi reddetmiş olmalarıdır!

Birincisi, her fırsatta işçi sınıfının devrimci kanadının cellatlığını yapmış olan Alman işçi aristokrasisi ve onun sosyal demokrat partisi hiç meraklısı değildi Nazizme karşı komünistlerle birleşmenin... İkincisi, “sınıfa karşı sınıf” sadece bir komünist taktik değil, bir sınıf gerçeğidir.
Sadece bir taktik olan Halk Cepheleridir.

Kimse bugünden bakıp, “Alman sermayesi için faşizm ve militarizm kaçınılmaz tek yoldu, üstelik böylesi daha iyi oldu, filmin sonunda Berlin’e orakçekiçli bayrak dikildi” diyemez ama Avrupa’da ve dünyada faşizmin ortaya çıkışı komünistlerin bir taktik hatası değildir.

“Faşizm, devrimini yapamayan işçi sınıfına verilmiş bir cezadır.” Geçen yüzyılın doğru tanımı budur. Almanya’da işçi devriminin, devrimci komünistlerin, işçi aristokrasisiyle, emperyalist solla birleşmesine bağlı olduğu fikri ise çok aptalcadır.

"LAİKLİK TEHLİKEDE, İMAM HATİPLERLE BİRLEŞMELİYİZ"
Bu mantık bugünlerde romantik solun sloganlarına, stratejisine, taktiklerine damga vuruyor.
Türkiye kapitalizmine, egemen sınıflara “rüya gibi” bir on yıl yaşatan gerici iktidarın şimdi düzeni büyük risklerin altına soktuğu çok açık. Buna rağmen ülkenin ve dünyanın egemen güçleri, kontrolden çıkabilecek bir alternatifi sigorta niyetine de olsa beslemeye, önünü açmaya cesaret edemiyor.

Devrimci bir halk hareketine de cesaret verebilecek, radikal bir iç hesaplaşmadan kesinlikle uzak duruyor.

Geçtiğimiz aylarda “ne oldu bu adamlara bir cesaret geldi” dediğimiz düzen solu (Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet gazetesi, Can Dündar) yeniden keskinliklerini törpüleme yoluna gidiyor.

CHP ile ilgili olarak, kendisini politika dehası zanneden solcularımızın en sık yanıldıkları konu budur. Zannedilir ki, CHP ılımlılık şovları yapmaya, siyasal ödünler vermeye başladığında gerçekten ufukta iktidarı görmektedir ve bunun için “politika yapmaya” başlamıştır. Öyle ki, en olmadık zamanlarda, en solda görünenler CHP’nin sağa doğru manevralarını “sağdan oy koparıyorlar işte” diyerek onaylarlar.
Oysa CHP iktidar adayı olduğunda değil, kendisinden düzeni sarsmaması beklendiğinde “manevra” yapmaya, “politika” yapmaya başlar.

SONUÇ

Erdoğan rejimi artık Türkiye kapitalizmi ve emperyalist statüko için bir risktir. Bu riskten daha büyük bir tehditse, her zaman ama her zaman devrimdir. Halk hareketinin toparlanması, birikmiş kitlesel tepki ve hoşnutsuzlukların, radikal bir hatta patlayıvermesi ancak bozguncular, bozgun yaşayanlar ve dönekler için “ihtimal dışıdır.” Egemenler böylesi “kötümserleri” pek severler. Ama kendileri hiçbir zaman bu kadar iyimser olmazlar.
Büyük açıklıkla söyleyelim: Erdoğan dirensin. Onun kendilerine kazandırdıklarını cebe atıp yerine yeni versiyonu geçirmek isteyenlere dirensin. Erdoğan dayansın. Sadece kendini değil, tüm bir düzeni içinden çıkılamayacak bir çıkmaza iyice bir bağlayana kadar dayansın.
Düzeni çözemeyeceği bir biçimde kördüğüm etsin.

Etsin ki düğüme kılıcımızı çalalım.

Bu sözleri “İşte açık Erdoğancılık yapıyorlar” diye karşılayacakların cezai ehliyeti tartışma konusudur.
Kimsenin elini tutmuyoruz. Kılıçdaroğlu’na işlerin en kızıştığı anda Davutoğlu’nun 1 Kasım seçim zaferini selamlatan da biz değiliz.
İsteyenler titreşerek birbirlerine sarılıp “çok fena faşizm geliyor, hepimiz birleşmeliyiz” sözleriyle ağlaşsın.
Bizim yapacağımız işler, kapatacağımız imam hatipler, kurtaracağımız çocuklar var.