Halife ve mazlum halklar

Filmin kısa özeti: Son icraatı Alman emperyalizminin yanında allah için cihada kalkmak olan halifenin yokluğunu çekenler, halifelik yaşıyor olsaydı Arap dünyası böyle parça parça olmazdı zannedenler... Yine fena uyduruyorsunuz!

Hilafetin kaldırılmasını kaldıramayanların sesi son yıllarda biraz daha fazla çıkıyor.

Bir söylenen böylece Osmanlı-Türklerin “islam coğrafyası”nda liderlik enstrümanını kaybettiğidir. Emperyalizme verilmiş bir ödün olduğu da söylenir: Sömürgecilere karşı mazlum müslüman uluslara liderlik etmeyeceğim.

Bu liderliğin Osmanlı islam halifesi tarafından son uygulanışını hatırlıyor musunuz?

Hani şu 1914'teki cihat fetvası!

İslam halifesi, Alman Emperyalizmi'nin yanında emperyalist paylaşım savaşına dahil olurken Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi'ye bir de fetva yazdırmıştı.

İslamiyet aleyhine hücümun, islam memleketlerinin gasb ve yağmasının ardından umumi seferberlik ilan edildiğini anlatan fetva, bütün müslümanların bilfiil savaşa katılmasına olur vermişti. “Olur. Allahütealâ daha iyi bilir.”

Ve bu fetvada “savaşta birlikte hareket ettiğimiz dünyanın en cesur ve azametli iki ordusuyla silah arkadaşlığı ettiğinizi unutmayın” denilerek “Şehit olanlarınız önceki şehitlerimize zafer müjdeleri götürsün. Gazi olanlarınızın da savaşı mübarek, kılıcı keskin olsun” buyurulmuştu.

İngiliz, Fransız ve Rus işgali altında bulunan ülkelerdeki müslümanları da işaret eden fetva, ekseriyette karşılık bulmadı. Hatırlanan tek kayda değer isim Pakistan. Bunun dışında bir de Darfur'da (Sudan) Fur Sultanı Ali Dinar “Müslümanların hak ve hürriyetleri için bütün Darfur halkının İstanbul için savaşacağını” bir mektupla bildirmiştir.

Ne enstrüman ama!

Ne liderlik ama!

“Dünyanın en cesur ve azametli iki ordusuyla (Alman ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları silah arkadaşlığı”, ne mazlum millet ama!

* * *

Aynı yüzyılda, Suriye'de Fransız sömürgeciliğinin en güçlü enstrümanı mezhep ve din çatışmalarıydı.

Tesadüf değil... Suriye'de Baas (Arap Sosyalist) Partisi'nin kökü 1940 yılında Selahaddin Al Bitar ve Mişel Eflak tarafından kurulan Arap Diriliş Partisiydi. Zeki Arsuzi daha sonra katıldı ve böylece bu parti birisi Rum Ortodoks, birisi Sunni Arap ve birisi de Alevi Arap olan üç kişi ile varlık kazandı.

Fransız sömürgeciliğinin bitirildiği 1946 yılında Ankara'da bir halife olsaydı büyük olasılıkla ilk yapacağı iş, Suriyeli sunni Araplara, “hristiyan kafirler” ve “sapkın aleviler”den uzak durmalarını öğütlemek olurdu.

Ne enstrüman ama!

Mazlum milletler için ne büyük koruyuculuk!

* * *

Hilafetin kaldırılmasının, islam coğrafyasının “başsız bırakılmasının”, bu coğrafyada gelişme ve ilerlemeye büyük hayrı dokunmuştur.

Osmanlı Halifesi geçen yüzyıl boyunca iş başında olsaydı, muhtemelen bugün Ortadoğu'da bir Arap İslam uygarlığı falan değil, din ve mezheplere göre bölünmüş bir alanda, “modern haçlı”ların işgal ettiği, “kukla sultanların” yönettiği, Papa ve patriklerin inayetiyle kurulmuş üç dinden devletler ve bugünkinden de gerici bir yahudi din devleti olurdu.

Bunlar bir bilimsel iddia olarak görülemez tabii ki, “olsaydı” tarihçiliğine yanıt olarak düşünün.

* * *

Bir de şu soru var: İyi de gecikmiş olarak aynı noktaya doğru gitmiyor muyuz? Hilafetin kaldırılması bir şeye yaramamış demek ki?

Ben böyle düşünmüyorum. Ama işaret edilen duruma bir hatırlatmayla cevap verebilirim.

1924 yılında hilafeti kaldıran kanunun ilk maddesindeki gerekçeye bir bakınız.

“Hilâfet, Hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemic olduğundan hilâfet makamı mülgadır.”

Halifelik, hükümet ve cumhuriyet kavramında esasen içerilmiş olduğundan...

Sanırım bu cümleyle birlikte bu yazının bir başka zayıf noktası da tahkim edilmiş oldu.

“Hilafet yoktu ama hükümetler islam coğrafyasına emperyalizmin siparişleri ile hitap etmenin bir yolunu buldular.”

Doğrudur.

Malesef emperyalizme bağımlılık burjuva cumhuriyetimizin de kurtulamadığı bir illet olurken, zaman zaman “hilafetin esasen gerici burjuva hükümetlerine mündemiç olduğu” önermesi mutlak doğruluğunu hatırlatmıştır.

Bilmem anlatabildim mi?