Erdoğan’ın en iyi savunması olarak saldırı

Yılın bitmesiyle birlikte sayılar toplanmaya başlıyor.

Yıllık ihracat rakamları, enflasyon filan gibi şeyler zaten neredeyse her ay “uyarına göre” açıklanmak üzere hesaplanıyor, bunları geçin.

Başka sayılar var.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, 2019 yılında (kaza süsü verilmiş diyebiliriz) iş(çi) cinayetlerinde ölen işçi sayısını da içeren raporunu bugün açıklıyor. Eylül ayında bu sayı 1000’i geçmişti.

2019 yılında kadın cinayetleri on yılın en yüksek sayısına ulaştı: 474. Her gün bir, bazı günler iki kadın (Çok küçük bir kısmı dışında hepsi, kocası, sevgilisi, babası, ağabeyi ya da aile meclisinin görevlendirdiği küçük kardeşi tarafından) öldürüldü.

Böyle sayıları kastediyorum. Kara bilançoyu!

Bunlara yılın ilk haftasında başlayan “olayları”, yılın ilk günü gazete manşetlerine düşen cinayetleri, ya da örneğin bir kadın cinayeti ile ilgili görülen mahkemede yaşanan skandalları da eklediğinizde iktidar sahipleri için sıkıntılı olabilecek bir durum.

DEVLET KORUMASINDAN YARARLANMIŞ GENÇLER!

Erdoğan’ın çok tepki çeken konuşması böyle bir zamana denk geldi.

Erdoğan, “engelli vatandaşların ve devlet korumasından yararlanmış gençlerin kamu kurumlarına yerleştirilmesi” töreninde konuştu.

Devlet koruması!

Yetiştirme yurtlarında yaşanan cinsel istismar olaylarına, kameralarla görüntülenmiş dayak seanslarına bu yıl bir kadına yönelik şiddeti önleme merkezinde, merkez müdürünün 11 kadın çalışanı taciz ettiği haberleri eklenmişti.

Engelli yurttaşların yaşadıkları hayatın kabustan hallice olduğu bir devirdeydik.

Böyle bir zamanda “devlet korumasından yararlanmış gençlerin kamu kurumlarına yerleştirilmesi töreni”nde yapılabilecek en iyi konuşmayı buldu Erdoğan.

Saldırdı.

‘BİR NAMUSSUZ, BİR ALÇAK’

Üstelik bu sefer çok usturuplu bir şekilde: Birlikte yaşadığı erkek arkadaşının yüzüne kezzap attığı Berfin Özek’e “o adamla ne işi varmış” demedi mesela. Tersine erkek arkadaşını suçladı. Daha da ağır bir ceza alması gerektiğini savundu! “Bir namussuz, bir alçak, meşru olmayan bir yaşamla, onunla birlikte yaşıyor” diyordu. Aslında Berfin Özek’e namussuz diyordu ama demiyordu!

Sanki evlilik hukuku kadınları erkek dayağından kurtarıyormuş gibi, sanki kadına yönelik şiddet kültürü batıyla kurulan kültürel ilişkilerin, “batının ahlaksızlığını almamızın” ürünüymüş gibi konuştu. Erkek şiddetini lanetledi, “meşru olmayan bir yaşamla birlikte yaşadığı” kadına saldıran “alçağın” daha ağır bir ceza almamış olmasına hayıflandı. Sonra da asıl yemi bıraktı, “evde kalıyorsunuz, kalmayın.”

Erdoğan tam da hesap vermesi gereken yerde suçladı.

Üstelik “en iyi savunma” konusunda uzman olan Erdoğan, bu saldırının işe yarayacağından belli ki emindi. Yine bir “yaşam tarzı” tartışmasını kapının önüne bıraktı ve her yıl daha fazla sayıda gerçekleşen kadın cinayetlerini, “devlet koruması altında” şiddet gören çocukları, devletten kendisini korumasını istedikten 3 gün sonra öldürülen kadınları bir güzel gündemin dışına bıraktı.

Kendi işine baksın da… Hesap ne olacak?

Erdoğan’a “sen kendi işine bak” demekte bir sakınca yok. Elbette denilecektir. “Evleneceğimiz yaşa, ilişkilerimize karışma” denilecektir. Elbette...

Sorun yok, suçlunun bu sırada sıvışıp gitmesine izin vermediğimiz sürece...

Yaşam tarzı tartışmalarında tuzaklı bir yan var. “Halkın değerleri” denilen sorunlu alana girdiği için değil. Genişçe bir kesim için “evlilik dışı ilişki” öyle ayıp filan sayılmıyor ama bir hayal, bir macera; ama bu kaçılacak bir alan değil. Tersine, bu alanlara girilmelidir. Toplum değiştirilmelidir, değişecektir.

Ama bir yanıyla bu yaşam tarzı polemiği “sen bana dokunma ben sana dokunmayayımı” ima ediyor. Artık birbirine dokunmamanın zaten imkansız olduğu bir zamandayız. “İleri yaşam tarzını” savunmak, sadece bir “özgürlüğü” herkes için savunmak değil, daha ileri olanı yine herkes için savunmak gerekiyor.

“Yaşam tarzı” mücadelesinin tuzaklı yanı burada da kalmıyor. Bu hikaye içinde yaşam tarzımızı yaşam çavuşlarına karşı savunurken, asıl suçlunun savunmasını yapmadan kaçması ihtimali doğuyor.

Aman tuzağa düşmeyelim kuruluğunda ne yapılmaması gerektiğini filan anlatmayacağım.

Ama Erdoğan’a ASIL söylenmesi gerekeni anlatabilirim.

“Kadınlar 30 yaşından önce evlenmeli gibi fetvalar vererek konuyu saptırma. Bu ülkenin kadınlar için bir korku tüneli, bir cehennem haline gelmiş olmasının hesabını ver. Mahkemelerinin ‘takım elbise indirimlerinin’ hesabını ver. Tarikat yurtlarında yanarak can veren çocukların, ‘halka yararlı vakıflarda’ yaşanıp üzeri örtülen istismarların hesabını ver.

Kadınları çok düşünüyorsan, kadın katilleri için hiçbir caydırıcılığı kalmamış olan yargı pratiklerinin, “kadın da adamı delirtmiş” ana temalı medya dilinin değişmesi için konuş.

İstismarcı tarikat şeyhlerine, bir kısmını “evinde zor tuttuğun” dayakçı kocalara ve babalara, sistemli bir biçimde vahşileştirip kadınların üzerine saldığın polislere kıyamıyorsan, bunu böyle söyle.

‘Nı var? Yaparız, caizdir’ de. ‘Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır’ de.

Oğlundan daha zeki olduğu kesin olan kızın 31 yaşında evlenmişken, 30 yaşında evde kalan laikçi teyzeler edebiyatına hiç girme.

Çünkü konu bu değil.

Konu riyakar yobazların ‘namussuzluklarını, alçaklıklarını’ korumaya alıp, meşrulaştırıyor olmanız.”