Duran Ülke ve Pinoşettin Efendi'nin fedaileri

Birinci parçamız, 17 Haziran 2013 günü ortaya çıkan Duran Adam. Parkın boşaltıldığı, Haziran öfkesinin de, geniş bir toplumsal kesimdeki “teyakkuz halinin” de sürdüğü ama “sık bakalım” döneminin kapanışının yavaş yavaş kendini hissettirdiği günlerde ortaya çıktı. “Bu direnişi bitirir” tepkileri de aldı, “direniş yaratıcıdır, yeni biçimlerle sürmektedir” tepkileri de.

Aslında duran adam, Haziran Direnişi'nin nasıl sonuçlanacağına ilişkin bir erken işaretti belki de.

Direniş, “durarak” bitti. Durduğu için demiyorum. “Duran adam” eyleminin kitle hareketinin bitimsiz yaratıcılığının bir örneği olarak görülmesi akıllıca gelmiyor bana. Bitirici bir geri adım, bir teslim olma biçimi olarak görülmesi de...

Aslında uzun süredir elimizde bu var: Duran Ülke.

Duran adam, bir tür “ama yine de dönüyor” protestosuydu. Haziran halkının zorbalıkla, diktatörlüğün “milli irade” kisvesi altında kendini dayatmasıyla başedecek bir çıkışı bulamadığını ama teslim olmayacağını deklare ediyordu. Milletçe adını küfür yaptığımız ama koca gözlerine ve bir keçide bulamadığımız sevecenliğine düşkün olduğumuz o güzel hayvancağızın acayip inadına benziyor. Eşek bir kez inat etti mi, yerinden kıpırdatamıyorsunuz. Ama o kadar da değil, çeke çeke sürükleyebilirsiniz. Sıkı bir çifteyle “iki seksen” uzanmak da var tabii.

Duran ülke, biraz buna benziyor.

Ama biliyoruz, hiçbir şey durmuyor. Duran ülke, yerinden milim oynatılamayacak bir direnci ifade ettiği kadar, patlayan bombalarla evine itilen halkı da işaretliyor.

İkinci parçamız, son 20 yıllık ülke gerçekliğinin önemli bir parçası olan islamist siyaset.

Uzatmadan söyleyeyim, 2000'li yıllara girerken piyasacılığı ve Amerikancılığı konusunda kesin sigortalar alınmış şekilde iktidar alternatifi haline gelen dinci gericiliğin göreli avantajı örgütlülüğü oldu. Toplumsal örgütlenmenin türlü formlarını birbirine bağlayan AKP, bunu iyi değerlendirdi.

Ama abartmanın alemi yok. Gelişkin Türkiye kapitalizmi içinde sınıfal zemini belirsiz ya da bulanık olan toplumsal örgütlenmelerin sınırlarını da son birkaç yılda hep beraber idrak ettik.

Bu iki parçanın birleştiği noktada birkaç şey daha söyleyebilirim.

Gericiliğin, hele öyle ya da böyle devletli hale gelmiş gericiliğin ağırlığını küçümsemiyorum.

Fakat, birden çok kez anlaşılmış olan bir şey var: Erdoğan çetesinin “faşist kitle terörü” ima ve tehditlerinin çürüklüğü. Berkin'in cenazesinin ardından denediler, Okmeydanı'nda mahalle basmaya kalkan sürünün korkaklığında ve “kitle” kelimesinin oldukça uzağında kalmasında ilk kez ayan beyan görüldü.

Ve birden çok kez tekrarlandı.

“Zammanyak Pinoşettin”in, bu alaturka Mussolini'nin intihar naralarının kitlesel bir fedai örgütlenmesi ile karşılık bulamıyor olması büyük trajedi. Diktatörün trajedisi.

Öte yandan bir de halkın, “Duran Ülke”nin trajedisi var.

Kifayetsiz muhterislerden, “o” olmasa hiçbir şey olamayacak bir kalabalıktan oluşan çirkin, seviyesiz, beceriksiz bir çeteye daralmış olan fedailer ensemizde boza pişirmeye, daha doğrusu pişirdiklerini sanmaya devam ediyorlar.

Ensar ülke gerçeğidir. Büyük ve tarihsel bir buzdağının şimdi bas bas bağırmakta olan kısmıdır.

Ama Ensar aynı zamanda bu çetenin beceriksizliğidir. Pisliği halının altına süpürmeyi, o olmadı pisliğe gözü takılanlara “pislik” atmayı becerememe konusunda destan yazdılar! Yazmak zorundaydılar, evet. Ve ama sonuçta yazdılar!

Ve yine ama Ensar aynı zamanda Duran Ülke'nin biriktirdiği öfkeyi patlatmadaki tutukluğudur.

Bu durumda düğümün çözümü yine Duran Ülke'dedir.

Kimse bunu söylemiyor (artık) ama yine de hatırlatayım, kırbacı basıp “deh” demek, evine tıkılanları “zafer yakın” eblehlikleriyle sokağa çağırmak sadece mümkün olmadığı için değil, meselenin özünü es geçtiği için anlamsız.

Duran Ülke'nin harekete geçmesi için iki şey gerekiyor: Yön duygusu, yani hedef bilinci ve örgütlülük.

“Eyvah faşizm geliyor” tatavasının da, “güneş ufuktan şimdi doğar” goygoyculuğunun da bunları sağlamadığı yerde bu iki şeyi nasıl üreteceğimiz, nasıl “insan evladının” hazmedebileceği biçimlere kavuşturacağımız önemli.

Toplumsal örgütlenmeden, daha doğrusu toplumu daha örgütlü kılmadan ve kitle tepkisinin siyasal hedeflere, ideolojik mevzilere dönüştürülmesinden söz ediyoruz.

Alaturka Sezar'ın şark köşesi fedaileri, böyle bir hamlenin önünde engel değil olsa olsa fırsat olabilir.

Günün “ben var ya”sı

“BİZ bugün 'Hey Bakan Hanım! Bırak şu Ensar’ı falan da korkunç bir zulme maruz kalan çocuklarımızın üzerine titre' diyemiyorsak...

Biz bugün 'Çocukların ne işi var o yasadışı evlerde? Nerede bu devlet' falan diye soramıyorsak...

Biz bugün gensorudan kurtulan Bakan Hanım’ın önünde tebrik kuyruğuna giren AK Partili milletvekillerinden söz edemiyorsak...

Biz bugün 'cinsi sapık' sözünden daha çok 'siyasi sapık' sözünü gündemin başköşesine oturtuyorsak...

Bunun tek müsebbibi...

Kemal Bey’in özensizliği, düşüncesizliği ve siyaset bilmezliğidir.”

Kim demiş?

Ahmet Hakan tabii ki.

Biz bu durumda en çok neyi merak ediyoruz?

Kılıçdaroğlu, “kelimelerine dikkat etse, Ahmet Hakan'ın neler neler yapabileceğini” mi?

Hayır.

Dansözümüzün gecenin sonunda hiçbir şey olmamış gibi ılımlı aydınlar pazarında tezgahın en önünde yerini almayı nasıl başaracağını...

Başarabilir mi?

Başarabilir.

Keramet tezgahta çünkü...