Ders 1: Arşimet Türk Hamamı’nda

Ben de milyonlarca yurttaşımla birlikte “Türk’ün aklı bulaşık yıkarken de gelir mi sahi?” sorusu üzerine kafa yormaktaydım.

Şerif Mardin’i yakında kaybetmiştik. “Sol aslında sağdır, ve sağ da soldur” mucidi Küçükömer’le birlikte anılması sünnet olan, toplumsal önyargılarımızı (!) amuda kaldırma konusunda örnek aldığımız bir kişiydi. Marx, Hegel diyalektiğini ayakları üstüne oturttuğundan, daha doğrusu bu Türkçeye çevrildiğinden beri kaderimiz bu: Sosyal bilimlerde at binenin, sosyal teori amuda kaldıranın.

Mardin’in yokluğunu hissediyorduk. Varlığını hissettik mi o ayrı konu.

“Kadının eve hapsolması, onun düşünce dünyamızda aktif olmasına engel değildir.”

Bu cümle, kendi başına yeterince ikna edici görünmüyor. Öte yandan gerekli referanslar ve deneysel verilerle desteklendiğinde akademik literatürde yer alasıca bir öncü düşünce.

Referans kısmı kolay. Döngüsel referans: “Doğrusu budur, bakınız ‘doğrusu budur’ diyen ben”.

Deneysel veri derseniz... Deneyse, deney! “Pek çok düşüncelerimi bulaşık yıkarken buldum ben” diyen deneğimiz, önermenin kesin bir ispatı sayılmaz da ne!

Üstelik bu durum, dönemin “savcı da benem, yargıç da benem. Suçlaram, yargılaram, karar vereram” ruhuyla da örtüşüyor: Deneğin teoriyi hem üretmesi hem doğrulaması.

Her neyse…

Türk’ün aklının bulaşık yıkarken de gelebilmesi ile sadece düşünce dünyamız zenginleşmiyordu elbette. Yeni ufuklar açılıyordu ülkenin önünde. İlk milli askeri uydumuz Göktürk’ü, Ankara’dan çok Çin Seddi’ne yakın bir yerden Çin roketiyle (barutu o koca duvarı dikecek kadar korktukları Türklerden çaldıklarına inanmıyor musunuz?) atışımız kadar önemli bir gelişme bu.

Yüz bulaşık yıkansın, bin fikir yarışsın!

Yine her neyse…

Tam bu düşüncelerle zihnim allak bullak olmuşken, belediye otobüsünde o reklam panosuna rastladım.

“Arşimet de masasında çok çalıştı ama kaldırma kuvvetini hamamda buldu. Hayat da dersler kadar öğretici, Palme’yle çalış, hayatı kaçırma!”

Biz Türkler, aklımızın kaçarken değil de bulaşık yıkarken gelmesi için 21. yüzyılı bekledik. Bak elin adamı “taa ne zaman” hamamda buluş bulmuş!

Hayat da dersler kadar öğretici!

Arşimet’in “suyun kaldırma kuvvetini bulduğunu” öğrendim mesela o anda ben de. Hamamdan “buldum, buldum” diyerek fırlaması da “suyun kaldırdığını” gözlemlemesi ile oluyor.

Tabii şöyle diyebilirsiniz: Arşimet “suyun kaldırdığını” değil, “suya batan bir cismin batan hacmi kadar suyun ağırlığı ölçüsünde bir kaldırma kuvveti ile karşılaştığını” keşfetmişti. Ve muhtemelen hamam sefasında gözüne takılan su üstünde yüzen tastan ilham alarak yapmadı bunu. Tasın suya batması ölçüsünde bir kuvvete maruz kaldığını gözlerken hamamda saatlerce deneyler/denemeler yapmış olması muhtemel.

Bunlar detay. Ve detay olduğu ölçüde kafa karıştırıcı. “Taşırmış mı suyu? Çay mı demliyorlarmış hamamda? Dolmaları kim sarmış?”

Yazık vatandaşa.

“Kaldırma kuvvetini hamamda buldu. Hamam diyip küçümsemeyeceksin.” Bu kadar basit.

Tabii Türk Hamamı diye de bir şey var. “Ne var bunda? Fin Hamamı, Roma Hamamları falan da var” demeyin. Dikkat edin birisi eğitim sistemi ile son dönemde çok sükse yapmış bir uygar batı ülkesi, diğeri yolları, hukuku falan olan koskoca Roma. Yollar konusu tamam (iki şerit gidiiş, iki şerit dönüüş) ama mesela antik Roma’dan 2700 yıl sonra bizde hala hukuk yok.

Aslında ola ki, atalarımız da çok ciddi buluşlar yapmışlardır, hamamlarda. Neyse…

Bu reklam panosunda garip olan, “hayatın akışına ters olan” bir şey yok mu peki? Diye de düşündüm tabii.

Eğitimle ilgili reklam, tanıtım, satış malzemelerinde başarı, çalışma, öğrenme, bilme gibi şeylere rastlamamız gerekirken, birileri çıkıp “hayatını yaşa, Arşimet de öyle yapıyordu” tadında bir reklam verdiğinde garipsiyor insan.

Ama açıklaması var. (Bulaşık yıkarken idrak ettim!)

Bu müfredatla ha o kitap olmuş, ha bu kitap. Kasma. Zaten yakında her yer hamam hatipe dönüştürülecek.

Ana fikir buydu, belli ki.

Gerçi ben olsam, “Kitaba para verme. Arşimet kütüphanede değil hamamda buldu suyun kaldırdığını. En ucuz ders kitabı bizimki. Sonuçta kitap değil mi hepsi aynı, niye fazla veresin?” konseptini de bir düşünürdüm. Belki daha ucuzcu bir yayınevi için inşallah...

Arşimet’in yere çizdiği şekiller üzerine düşünürken bunların üzerine basan Romalı askere söylediği iddia edilen son sözleriyle bitireyim:

Buluşlarım şekil, şekillerimden çekil…

Ya da öyle bi şey işte…

Özal 21. asır Türk asrı olacak derken bu tür şeyleri kastetmişti, belki de.

 

Barzani’nin üstünü örtün

Adam, karısının başka bir aşığı olduğu konusundaki şüphelerinden artık tamamen emin, onları basmaya karar vermiş. Bindiği taksinin şöförünü de şahitlik yapmaya ikna etmiş.

Birlikte eve ulaşmışlar. Anahtarıyla kapıyı açmış. Yatak odasına dalmış.

Çekmiş yatak örtüsünü, karısı ve aşığı!

Taksicinin şahitliğinde suçüstü yapmak niyetiyle gelmiş ama manzara onun için dayanılır gibi değil.

Çekmiş tabancayı, doğrultmuş adamın üstüne.

Kadın “dur” demiş. “Yapma!”

“Niye!” demiş adam. “Niye?”

“Böyle lüks bir semtte bu evi nasıl aldık sanıyorsun? Urla’daki saray gibi yazlığı, Sarıyer’deki tripleks villayı? Çocukları Amerika’da okutuyoruz. Nerden geliyor, bu değirmenin suyu? Hepsi bu adamın sayesinde işte.”

Adam iyice sinirlenmiş. Tabancayı yeniden göz hizasına kaldırmış, doğrultmuş adama. Şahit getirdiği taksiciye dönmüş, “Ne yapayım ben şimdi bu adama, ha? Söyle ne yapayım?”

“Abi üstünü ört” demiş taksici, “üşümesin.”