Dere de dereymiş ha!

Hafızasız bir toplum olduğumuzdan şikayet ettiğimiz devirler geride kaldı bence.

“Ne çabuk unutuyoruz” diyorduk. Demirel'i ne çabuk unutmuştuk; “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen, faşist çete MHP ve Ülkü Ocakları'nın koruyucu meleği rolünü hiç bırakmamış Demirel, 10 yıl sonra demokrasinin kurtarıcı meleği olarak sahneye çıktı ve kimse hatırlamıyordu!

Darbeden 3 yıl sonra yapılan seçimlerde “cuntacılardan kurtuluş” yolu olarak görülen parti darbenin Başbakan Yardımcısı yaptığı adamın kurduğu partiydi! Ortadirek ondan sorulurdu: Emekli ikramiyelerinin katili bankerler skandalı da onun cuntaya başmuhasiplik yaptığı dönemin olayıydı. Unutmuştuk galiba...

Bugün böyle bir derdimiz sanırım yok.

“Paralel bu Arınç” diyenlere, Arınç'ın Gökçek'e “parsel parsel yedirdin cemaate” deyişini hatırlatıveren çıkıyor mutlaka.

Yani artık “hafıza” sorunumuzdan dem vurmak zor.

Aslında galiba sorun hiçbir zaman hafıza sorunu olmadı. Sonuçta iyi bir muhakeme, doğru ve kesin bilgiye, “hafıza”ya ihtiyaç duyuyor ama “hafıza” da ona sağlıklı bir biçimde erişebilen bir muhakeme sistemi ile anlam kazanıyor.

Sözü uzatmayayım, geçmişi hatırlatarak söylediklerimiz belki daha çok bizi bekleyen geleceğe ilişkin görünenlerle birlikte ağırlık kazanıyor.

Sadece “İyi de bizi kandırdılar dediklerinizin ne olduğu başından beri belliydi ve onlar olmasaydı siz de bugün durduğunuz yerde olmayacaktınız” dediğimizde, bu belki fazla hafif bile kalabiliyor asıl gerçeğin karşısında.

“Unuttun galiba ama böyle olmuştu” diyerek hatırlattığımız durumun gerçekten geçmişte kalmış olması gerekiyor bir yerden sonra.

Kaldı mı gerçekten?

Yani yaratılan bir şeytanı taşlayıp, bütün günahları bu keçiye yükleyenler en azından bu keçiyle, bu şeytanla işlerini bitirdiler mi?

Olabilir mi?

“Dere geçerken at değiştirilmez.”

İyi de 50 yıldır o dereyi geçiyoruz zaten. Biteceği de yok.

Hafızayı boşverelim. Muhakeme iyidir. Bildiklerimizi unutmayalım ama işlemek daha önemli.

Bunlar birbirlerine mahkum.

Yine bir yolunu bulup kucaklaşacaklar. Bir noktada yine birbirlerini “işlevlendirmenin” yolunu bulacaklar. Mahpusta çürüyeni olur. Öleni, intihar edeni, ölümüne intihar süsü verileni...

Ama yine de...

Perinçek bile “FETÖ tehlikesi geçti, artık uğraşmayın” demiyor mu? Tamam, onun meramı başka. Bu “FETÖ avı”nın giderek sistemin bütün kaynaklarını erozyona uğratacağını söylüyor. İyi de... Mesele de bu değil mi zaten?

Bir yolunu bulurlar, yine beraber yürürler o yollarda.

Bu kadar basit... mi?

Değil elbette. Yıpranıyor çünkü. Sistem yıpranıyor, gericilik yıpranıyor, paranın saltanatı yıpranıyor, dinle dönen kapitalin millet değirmeni yıpranıyor böylece.

Ve bu tezgahta kendine sığınak arayan, bu dönme dolabın kırılmamış bineklerinden birine kıçını yaslamaya kalkışan da yıpranıyor.

Yıpransın zaten.

Hatırlamak şart tabii. Ama asıl önemli iş, asıl büyük bahtiyarlık, anlamak...

Şairin dediği gibi: Anlamak, gideni ve gelmekte olanı.

“Geldiği falan yok” mu diyorsunuz?

“Bu sefer gidiyorlar” demeyi çok seviyorsunuz ama...

Giden varsa gelen de olacaktır.

“Giden, gittiği gibi gelir” sanıyorsanız...

Sizin de geldiğiniz gibi gitme zamanınız gelmiş demektir.

Not: Bu yazı, Efkan Ala'nın niye istifa ettiği ya da Hakan Fidan'ın gerçekten kimin adamı olduğu ya da “Huluti” komtanın gerçekten neci olduğu gibi konulardaki merakı gidermek için yazılmamıştır.