Darbe

12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün yanlış sorusu buydu: Darbe kime karşı yapıldı?

Çoban Sülü’nün yanlış soruya yanlış cevabı, bir burjuva siyasetçisinin ağzına en çok yakışan cümleyle ifade edildi: Hep bana, hep bana!

Oysa her ikisinde de Demirel, yani mevcut hükümet darbeyle devrilen değil kurtarılan taraftır.

12 Eylül için fazla hafif bir ifade sayılabilir elbette.

Çeşitli yerlerinden ele alınabilir ama herkesin anlayabileceği basitlikte ve matematiksel kesinlikte hatırlatalım.

12 Eylül darbesinin güçlü gerekçesi (ki darbeyi neredeyse bir umut, halk için bir çıkış olarak sunmaya yetiyordu) “kardeş kavgasıydı”.

Kardeş kavgasının bir tarafı, yahu ne tarafı kışkırtıcısı 11 Eylül günü iktidarda olan hükümetin destekçisi olan MHP’dir. Milliyetçi Cephe hükümetlerinin demirbaşları Türkeş ve Erbakan 43. Hükümette yer almamış ama dışardan desteklemişlerdir. Erbakan’ın güvenoylamasındaki “Evet ama kerhen” sözü nedeniyle bu hükümet tarihe böyle geçmiştir: Kerhen Milliyetçi Cephe!

MHP sadece “kardeş kavgasının kışkırtıcısı” değildir. 1978 yılında denenmiş ama başarısız olmuş bir darbe girişiminin de ortağıdır. Esasen sokakları kan gölüne çeviren faşist cinayet çetesi 1978 yılından beri ordunun yönetime el koymasını savunmaktadır!

11 Eylül 1980 günü “hökümatın başında” “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” sözünün sahibi Demirel, yanıbaşında ise adam öldüren cinayet çetesinin lideri Alpaslan Türkeş vardır.

12 Eylül günü memlekete el koyan cuntanın ilk işi Demirel’e “Gelibolu Hamzakoy” intikal emri vermek, evinde bulunmayan Türkeş’e “teslim olmaması halinde suçlu durumuna düşeceğini bildirmek” olmuştur. Türkeş’in teslim olmak için bir ay beklemesi ise sadece darbecilerin tarafsızlık iddiasını desteklemeye yaramıştır. “Türkeş aranıyor” sözü şüphesiz kavgadan bıkmış yurttaşta “Türkeş de bir tatil köyünde istirahata yollandı” sözünden daha olumlu bir etki bırakmıştır.

Türkeş’in sonraki “biz hapisteyiz, fikirlerimiz iktidarda” sözleri çok şey ifade etse de aslında gerçeği gizlemektedir. Türkeş’in hapiste olması da fikirlerinin iktidarda olması da fikirleri hep iktidarda olanların işiydi ve Türkeş’in de Demirel’in de işi bu fikirleri iktidarda tutmak olmuştur.

Uzatmayalım. 28 Şubat’ın yıldönümünde pek de uygun bir konu olsa da “bir darbeden genellemeler” tablomuzu Anadolu insanının sağduyusunu ve uyum yeteneğini pek güzel ifade eden bir cümleyle bitirelim: Bu işler hiç de öyle göründüğü gibi değildir!

Şimdi Türkiye yeniden darbeyi konuşuyor.

Darbe kokulu gazete manşetlerinin aslında Erdoğan’ın sivil darbesine (bir kez daha) zemin oluşturmak üzere ortaya salındığı, AKP’nin bir kez daha darbe umacısıyla politika yaptığı görüşü oldukça gerçekçi görünse de hiç de zayıf olmayan bir olasılığın üzerini örtebilir.

Erdoğan’ın beklenen yenilgisinin düzen ve Türkiye gericiliği için de bir yenilginin başlangıcı haline gelmesi riski...

Erdoğan’ın yenilgiyi kabul etmeyeceği ya da yenilginin önüne geçmek için her yolu deneyeceği açıklığının, zaten haddinden fazla gerilim yüklenmiş Türkiye kapitalizmi ve burjuva siyasal rejimi için yarattığı riskler...

Bunların herkesin kabul etmeye zorlanacağı bir “karıştır barıştır” operasyonu ile ortadan kaldırılması mümkün müdür?

Erdoğan’ı, kışkırttığı gerilimin düşürülmesi adına bir adım geri atmaya ikna edecek bir “dost eli” uzanabilir mi?

Arkasında adımlık yer kalmamış Erdoğan böyle bir “müsamere”de yer alır mı? Her şey bir yana dekorun parçası olarak sunulan oyuncak silah gerçekten oyuncak mıdır?

Bunlar önemsiz olmasa da, yanıtını veremeyeceğimiz, bir yerden sonra da “bizim işimiz değil” diyerek bir kenara koyacağımız sorular. Üstelik “bir” senaryonun olması da şart değil. “Senaryo nedir” sorusu üzerine konuşmak, “çağımızın vebası at fava beklecilik” yapmayı, siyaset yapmaktan daha önemli ve muteber bulanların yanlışıdır.

Sonuçta ihtiyaç yumuşak inişse, bunun bir tarafında birikmiş tepkilerin gazının alınması, bir tarafında ise “başgeren” Erdoğan’ın “razı edilmesi” vardır. Öyle ya da böyle.

Yani "bir senaryoyu" deşifre etme saplantısıyla, hareket etmek kadar "bir senaryo yoksa geriye sadece belirsizlik kalır" demek de yanlış olur. Uzun süredir var olan "belirlenimler" kabaca düzeni kurtarmak için atılması ve atılmaması gereken safralar üzerine kuruludur.

Önemli soru ise şudur: Halk bunu ya da bu türden temaşa etkinliklerini yer mi? Halk, gerginliği düşürecek başka yapıcı güçlerin yapıp edeceklerini oturup izler mi?

Yoksa istikrar manyaklığının onu nasıl uçurumdan uçuruma sürüklediğini görür mü? 

Görmeyebilir! 

Göstermek bizim işimizdir.

Yetmez ama Hayır diyor ve kafaları biraz karıştırıyorsak işimiz bu olduğundandır.