Çocuklara yalan söylemeyi öğretmeyiniz

Zorunlu din dersleri İlkokul 4. sınıfta başlıyor.

9 yaşında çocuklara “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi.

Dinde zorlama yok, o yüzden zorunlu ders olarak.

Anayasa’da var. Açılan davalarda devlet görevlilerinin en önemli savunması: Anayasal zorunluluk bu, vermesek olmaz.

Ama Bakanlık 1990’da karar çıkarmış: Hristiyan ve Musevi dinlerine mensup TC vatandaşı öğrenciler bu Anayasal zorunluluktan muaf tutulacak!

Bakanlık avukatlarının muafiyet davalarında verdiği savunmalar bu iki cümleyi aynı sayfaya koyuveriyor:

Bir; Din dersi Anayasal zorunluluk, muafiyet talep eden velinin bu talebi Anayasaya aykırı.

İki; Bakanlığımız “bağzı” vatandaşlarımıza bu muafiyeti tanıyor. (Anayasa da bir yere kadar tabii…)

Zurnanın asıl zırt dediği yer ise bu değil.

Anayasa’da “zorunlu din dersi” yer almıyor aslında.

“Nasıl yani?!”

Şöyle ki; zorunlu tutulan “Din Kültürü” (ve Ahlak Bilgisi) dersi.

Ne fark var? Şu fark var: Eğer zorunlu öğretim süresinde “din” dersi zorunlu kılınırsa bu uluslararası sözleşmelere, insan hakları normlarına aykırı oluyor. Hiçbir din hiçbir kimseye “zorla” öğretilemiyor. Dinde var ya da yok, insan hakları ile ilgili sözleşmelerde zorlama yok!

O zaman ne yapıyoruz?

Diyoruz ki, “biz çocuklara din öğretmiyoruz o derste. Dinleri tanıtıyoruz, din kültürü veriyoruz. Hem dünyanın pek çok modern ülkesinde de uygulama bu” ve hiç elimiz titremiyor, Anayasa’ya koyuyoruz zorunlu din dersini.

Sonra derslere geçiyoruz: Bismillahirrahmanirrahim. Sizde nasıl diyoğlağ; yani “rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla...”

Derken bir gün yeni global düzende yerimizi almak için “uluslararası sözleşmeler kanun katındadır ve kanunlarımızla ya da yönetmeliklerimizle çelişki doğarsa tartışmasız sözleşmeler geçerlidir” cümlesini imzalıyoruz. Sonra birileri bu cümleyi hatırlatıp, “burada düpedüz zorunlu İslam öğretimi yapılıyor, bakın kitaplara… Din Kültürü yalan, bu kitaplar İslam öğretimi için yazılmış” diyor.

Ve çok fena, “bağzı” uluslararası mahkemelerden de karar çıkıyor, “kitaplar bunlarsa, müfredat buysa, muafiyet talep etme hakkını tanımak zorundasınız!”

Eyvah, örnek karar! Ya arkası gelirse?

O zaman ne yapıyoruz?

Milli Eğitim Şurası topluyoruz. İleri demokrasi hamlesi ile zaten bir hava yaratmışız. “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin içeriğini çoğulcu esaslarla yeniden düzenlemek için” topladığımız şura ile kitapları falan yeniliyoruz.

Hemen havaya girmeyin. Kitapları yeniliyoruz derken lafın gelişi.

Sonuçta mahkemeye “bakın emsal karar da var, bu şekilde zorunlu ders yapamazsınız” diyerek gidene verilecek yanıt hazır oluyor: İyi de o karardan sonra müfredat yenilendi!

Yenilendi de ne oldu? Sümerlerden başlayarak dinler tarihi mi okutulmaya başlandı?

Yoo… “Dinimiz şunu emreder, peygamberimiz şunu yapmış” aynen devam.

Ne pişkinlik ama!

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu olması gereğini savunan devlet avukatları, “dinler güzel ahlak ve davranış güzelliğini vaz etmesiyle değerlendirilmekte, derslerde belirli bir din yorumu anlatılmayıp, dinlerin insanlara genel olarak güzel huylar taşıdığı gösterilmektedir” diyor bir de. “Bu derslerde belirli bir din öğretilmemektedir!”

Yalan söyleme…

Yok sözkonusu savunmaya verdiğim bir yanıt değil bu; dinsel metinlerin neredeyse vaz geçilmez cümlesi.

Sonrası daha hoş.

“Hem zaten” diyorlar, “bu ders aynı zamanda ahlak dersi. Kimin ne itirazı olabilir, çocuklara güzel davranışlar, iyi ahlak zerk edilmesine?”

Allah kötü huylu çocukları sevmez, kötülük yapan, yalan söyleyen, çalan çırpan, Allah’ın verdiği canı alanlar irinli kaynar sularda kaynatılacak, kızgın demirlerle dağlanacak, dayanılmaz ateşlerde yakılacaktır.

Bunları dinleyen çocuklar yalan söyler mi bir daha!

Öyle bir söyler ki! Söylüyorlar da zaten.

9 yaşında bir çocuğa “zorunlusun din dersine gireceksin” diyen devlet, “ama zaten bu ders aslında din dersi değil, din kültürü dersi” diyor sonra da eline tutuşturduğu kitaptaki duaları, İslam Peygamberi Muhammed’in hayatından kıssaları ezberletiyor.

Eğitim bu ülkede ilk önce yalan söylemeyi öğretiyor!

Peki zorunlu mu bu? Yani, “kaçış yok çocuklar yalan söylemeyi 9 yaşında öğrenecek” mi?

Bununla ilgili yakın zamanda entelektüel bir aile babasından dinlediğim bir çözümü aktaracağım. “Biz hallettik” diyor baba, “o derse girecek ve öğrendiklerine göre soruları yanıtlayacak ama bunların bir mutlak gerçek olmadığını da bilecek.”

Harika!

Kendi ellerinizle çocuğunuza gerçek görüşlerini gizlemeyi, riyakarlığı öğreteceksiniz yani.

Doğruya doğru. Bu sadece insanlar için değil tüm canlılar için geçerli bir kural: Kendini gizleyebilmelisin. Olduğundan farklı görünebilmelisin.

Zayıf salak bir böceksin ama o kırmızılı siyahlı göz alıcı dikenlerini şöyle bir göstereceksin ki sana göz dikenler kaçışsın. Dikenlerde bir numara yok ama ne çıkar!

Ya da kumun altına yerleşip şöyle kuyruğunu az ileri atıp zavallı küçücük bir balıkçıkmışsın gibi yapacaksın. Kanan kurbanın hamle yaptığında bütün azametinle ortaya çıkıp onu mideye indireceksin.

Yalan, kandırma, göz boyama, arkadan dolanma… Doğanın kuralları bunlar.

Öyleyse…

“Biz o sorunu çözdük. Din dersine girecek ama işin aslının farklı olduğunu bilecek.”

9 yaşında!

“Peki biz niye dava açmıyoruz baba? Hani Gezi falan? Evde büfeye babaannemin porselenlerini çıkartıp koyduğunuz gaz maskesi?”

Sonra “susma sustukça, (önce yahudileri götürdüler ben bir şey demedim) faşizme karşı omuz omuza...”
Sonra “seni başkan yaptırmayacağız.”
Sonra “Stalin Leon’un kafasını baltayla yardırmayaydı dünya devrimi çoktaan...”
Sonra “şefler, liyderler soldaki demokratik kültürü yaraladı, bizi de bu yıktı yavrum.”
Sonra “direnişteymişiz gibi çek pampa.”

Çocuklara yalan söylemeyi öğretmeyiniz.

Daha küçükler. Öğrenecek çok zamanları olacak.