Bombaların bombası

Atom Bombası, emperyalist savaş makinesinin dümenindekiler için bombalardan bir bombaydı. Çok güçlü, çok yıkıcı, benzersiz... Ama yine de bir bomba. Şu kadar ton TNT’nin yıkım gücünde, uçaklardan atılacak bu kadar ton bombaya denk. Atom silahlarının kullanımının “hava harekatı” kavramı ile karşılandığını görebiliyoruz!

 

“Atom Bombası”nı ilk kullanan Amerikalılar oldu.

İki aynı dilli müttefikin, İngiltere ve ABD’nin savaşın son günlerine “bomba”yı nasıl yetiştirdiklerini biliyoruz. Japonya’dan gelen istihbarat raporlarından sonra kimi yöneticilerin “acele edelim, teslim olacaklar. Onlar teslim olmadan yetiştirelim şu bombayı” fikri ile hareket ettiklerini vs.

Kendi adıma üzerinde çok düşünmediğim, daha doğrusu çarpıcı detayı kavrayamadığımı anladığım konuya Ernie Trory’nin “Churchill ve Bomba” kitabında rastlamıştım. "Bomba"nın icad edilmiş ve icad edilmesiyle birlikte tüm oyunu değiştirmiş bir mucize değil de, sadece bir silah olduğu, emperyalist paşalar için bütün hesapların da aslında bir yanıyla bu soğukluk içinde yapılmış olduğu detayını kastediyorum. [Churchill ve Bomba; Yazılama Yayınevi; Ekim 2016, İstanbul]

“Atom Bombası” gerçekten oyunu bitiren, sahne aldıktan sonra artık “atomu” olmayanın savaşmaya bile yeltenemeyeceği, “atomu” olanın, bu sırra ermişin mutlak söz sahibi olacağı bir silah mıydı? En azından Hiroşima’da bundan 72 yıl önce kullanıldığında?

“Atom”un asıl muhatabının müttefik ülke Sovyetler Birliği olduğu biliniyor. Hiroşima’dan sonra batılı müttefikler Sovyetler’e dönüp “bizde bundan var” diyerek yaklaşan soğuk savaşın peşin galibi olabilirler miydi?

Bazı büyüklüklerin hesap yapmayı imkansız kıldığı, daha doğrusu insanları hesap yapamayacak kadar körleştirip kilitlediği söylenebilir.

“Atom” için de aynı önyargıya sahibiz.

Atom Bombası, emperyalist savaş makinesinin dümenindekiler için bombalardan bir bombaydı. Çok güçlü, çok yıkıcı, benzersiz... Ama yine de bir bomba. Şu kadar ton TNT’nin yıkım gücünde, uçaklardan atılacak bu kadar ton bombaya denk...

“Churchil ve Bomba”da bu konudaki anlatımlar gerçekten tüyler ürpertici.

Atom silahını bir kez “icat ettikten” sonra batılı emperyalistler için bu silahın sembolik anlamı sadece psikolojik savaş ve propaganda düzeyinde kalıyor. Çok pratik meselelere yoğunlaşıyorlar.

Bir kere, Atom Bombası da her silah gibi üretiliyor. Belirli kaynaklarla ve belirli bir sürede. ABD’nin elinde koca bir dünyayı diz çöktürecek kadar çok “bomba” yok (şükür ki) ve üretimin bir maliyeti ve zamanı var.

Sovyetler’e karşı bir “önleyici” atom savaşını uzun süre dillerinden düşürmüyorlar.

Ve bu savaşın zamanlaması için belirledikleri son tarih 1952. Bu Sovyetler’in atom silahına sahip olacağını tahmin ettikleri muhtemel tarih değil. Atom silahına sahip olacakları ve yeterince üretebilecekleri tarih!

İkincisi, Atom Bombası’nın toplam bir savaş stratejisi içinde yeri var. 13 Nisan 1949’da ABD’de yapılan şu konuşmaya bir bakın. Temsilciler Meclisi üyesi ve Meclis Ödenek Komitesi Başkanlığı yapmış Clarence Cannon’a ait:

“Eğer başka bir savaş olması gerekiyorsa, ki Tanrı korusun, bunun sonucu atom savaşıyla üç haftada ya da daha kısa sürede belirlenebilir. (...) bir hafta içinde düşmanın tüm sinir merkezlerini patlatabiliriz. Tabii ki, bir savaş yalnızca hava gücüyle kazanılamaz, işgal için asker gereklidir. (...) Neden düşmanın moralini bozup, havadan yok ettikten sonra müttefiklerimizin çocuklarının düşman toprağının işgali için gerekli olan kısmıyla katkıda bulunmalarına izin vermeyelim? Geçen savaşta da bu planı uygulamıştık.” (Churchill ve Bomba, sf. 72)

 

Atom Bombası projesi sırasında emperyalist paşaların üretilmekte olan şey hakkındaki fikirleri de benzer bir soğukluk içeriyordu. “Her şeyi yok edecek” bambaşka bir bombayı değil, çok güçlü, büyük bir bombayı bekliyorlardı. Nükleer silahların bir “kalıcı barışın” değil, şiddetli savaşların aracı olabileceği gerçeğinin sınıfsal temelleri bir yana, böyle bir pratik boyutu var.

 

Bundan 72 yıl önce bu çok büyük, çok yıkıcı bomba Hiroşima’da kullanıldı. Birkaç gün sonra ise Nagazaki “bombalandı”. Stratejik önemi çok büyük, çok etkili bir silahtı sahneye çıkarılan. Aslında izleyen 72 yılda bir daha kullanılmaması şaşırtıcıdır. Japonya’da atom silahını kullananların meseleyi “önce hava harekatı ardından beslediğimiz gariban müttefik ordularıyla işgal” basitliğiyle gördüklerine işaret ettim. Belli ki bu şaşırtıcı “eksikliği” Sovyetler’in varlığına borçluyuz. İnsanlık tarihindeki binlerce yıllık "savaş" unsurunu köklü bir biçimde değiştiren atomun saldığı korku değil, Sovyetler'in insanlık adına gösterdiği direniş oldu. Sovyet varlığı oyunun kuralını değiştirmeseydi, emperyalist savaş makinelerinin "biz atoma burada çiğdem deriz" havasında yaşayacağını düşünmek için çok nedenimiz var.

Churchill ve Bomba’dan bir başka alıntıyla bitireyim. Bu alıntı Atom Bombası ile ilgili değil. Bir Emperyalist Paşa’nın “bombardıman”la ilgili soğuk ve dehşet verici sözlerini aktarıyor. "Bomba"dan 2 yıl önce söylenmiş.

“Ocak 1943’teki Casablanca Konferansı’nda, Hava Kuvvetleri Komutanı Lord Portal, Britanyalıların ve Amerikalıların 4000-6000 arasında ağır bombardıman uçağından oluşan ortak bir kuvvet oluşturmasını önerdi. Lord Portal böyle bir kuvvetle ‘ateş fırtınaları’ yaratılarak altı milyon Alman evinin yok edilebileceğine, 900.000 Alman sivilin öldürülebileceğine ve bir milyon kişinin de yaralanabileceğine inanıyordu. Bu teknik için öncelikle yüksek miktarda yanıcı madde atılıyordu; sonrasındaysa güçlü patlayıcılarla sürekli saldırılar gerçekleştirilerek itfaiyecilerin çalışması engellenecekti. Eğer yangın yeteri kadar büyük olursa şehrin üzerindeki hava aşırı ısınacaktı ve insanları yangınlara çekecek kadar güçlü yukarı yönlü hava akımları yaratılacaktı. Hamburg saldırısında sıcaklığın 800 santigrat dereceye kadar ulaştığı tahmin ediliyor.” (Churchill ve Bomba; sf. 21)