Yurttaş aranıyor

Kadıköy’de bir börekçideyim. Yanımdaki masada iki kişi oturuyor. Biri yaşlıca bir kadın. Görmüş geçirmiş bir havası var. Öteki, orta yaşlarda bir erkek. Kadına saygıda kusur etmiyor. Konuşmanın akışından, kadının biraz sonra arkadaşlarıyla buluşup uçakla İzmir’e gideceğini anlıyorum. Telefon bekliyor. Adam sanırım bir şirkette önemlice birinin makam şoförü. Kadını uçak saatine kadar oyalayıp arkadaşlarını da alıp havaalanına götürmekle görevlendirilmiş.

Kadının yurt dışında yaşadığı anlaşılıyor, Türkiye’deki gelişmeleri belli ki pek izlememiş. Adam konuşkan biri, Türkiye’den haberler veriyor: “Devlet artık tedavi masraflarının çoğunu karşılamayacakmış.” Kadının abartılı ama umurunda olmadığını gizleyemediği melodili bir “Aaaa” dediğini duyuyorum. Adam konuşmasını kesik kesik sürdürüyor: “…Devlet ne yapsın..! …Ona da yazık... Çok masrafı var... Başa çıkamıyor… Ödediğimiz vergiler buralara gidiyor ...” Devlet, babasının tedavisi için tahlil, tetkik, MR diye milyonlarca lira para ödemiş.

“İşte kapitalizmin ürettiği insan tipi” diyorum. Vatanını seviyor, kendi çıkarına aykırı düşse bile devletinin çıkarını kolluyor. Ödediği vergiye sahip çıkıyor. Bu adam patronuna yazık olmasın diye zam filan da istemez. Ona göre, patron verebileceğini veriyordur zaten. Fazlasını istemek, ekmek yediği kapıya ihanet olur.

Böyle biri günün birinde “Anayasanıza sağlık insan hakkıdır diye yazmışsınız. Hak alınıp satılan bir şey midir” diye sorar mı acaba? Toprağına, havasına, suyuna, emeğine, ekmeğine el konulduğunu görebilir mi? Dur! Diyebilir mi olanlara? Sınıfın ne demek olduğunu öğrenebilir mi? Bilincine varabilir mi? İnsanca yaşanacak bir düzen kurulabileceğini düşünebilir mi? Mücadelesini verebilir mi? Yusuf Ziya Bahadınlı’nın betimlediği dünyayı özletebilir miyiz ona: “O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör / Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör.”
Kısacası yurttaş olabilir mi?

Kulu yurttaşa dönüştürmek kolay değil elbette. Sermaye sınıfının güçlü savunma araçları var. Çoğunluğu, azınlığın çıkarlarına koşmakta eşsiz bir beceriye sahip. Kapitalizmin demokrasisi zaten böyle bir şey. İnsanları, çok çalışırlarsa sınıf değiştirebileceklerine inandırabiliyor. Kapitalizmin herkesin çıkarına olduğuna inandırabiliyor. “Hepimiz aynı gemideyiz” deniyor onlara. Oysa gemide sermaye sınıfı değil, biz varız ve kapitalizmin her krizinde gemi biraz daha su alıyor.

Sistem, ülkenin nereye doğru evrildiğini görebilenlere karşı da seçenekler sunuyor. Beklentiler oluşturuluyor ve bunlar sosyalist seçeneğin ötelenmesinde çok işe yarıyor. “Biz de sosyalistiz ama”, diye başlayıp “önce demokrasi”, “önce laiklik….” gibi sürdürülen sözleri sıkça duyuyoruz. Oysa laiklik, demokrasi gibi kavramların içeriğini, kendi isterlerine uyacak bir anlayışla kapitalizm belirliyor. Sistem içi partilerin, kapitalizmin isterleriyle uyuşmayan seçenekler sunabilmesine olanak yok. Her şeyden önce varlık nedenlerine aykırı. Geçtiğimiz günlerde Meclis’te yaşanan türban tartışmalarında gördük: Ana muhalefet partisi “oyuna gelmemek için” AKP ile bir olup laikliğe bir tekme de kendisi attı. Bu tek örnek değil: En çok imam hatip okulunu kendilerinin açtığını söyleyip övünmüyorlar mıydı? Her alanda benzer örnekler bulunabilir.

İşimiz zor ama olanaksız değil. Öncelikle emperyalizmin oyunlarını görmekle, izlemekle yetinmeyip, herkesin görebilmesi için çaba gösterecek ve emperyalizmin her türlü oyununa karşı çıkacak, dayatmalarına boyun eğmeyecek yurttaşların birlik içinde mücadele vermesi gerekiyor.

Her yüz kişinin 99’u biziz. Sermayenin hedefindeyiz ama silahı doğrultan da bizden biri. Gücümüzün farkına vardığımız gün çok şey değişecek.

“Bir şey yapmalı” diyorsak” cephede yer alalım.