Yapısal reform zamanı

 

AKP’nin, özellikle yönetim kademelerinde görevli kesiminin karizması bir hayli çizildi. Tayyip Erdoğan’ın, partisi üzerindeki egemenliğini eskisi gibi sürdürebilmesi pek olası değil artık. Meşruiyetini kendi partisinin dışına da taşıyacak bir alan açamazsa işi zor. Bunun için yumuşak ve herkesin cumhurbaşkanı olduğuna inandıracak bir söylem geliştirmesi gerekiyor. Koalisyon yapılıyor algısı uyandırmak için millet ittifakını oluşturan bileşenlerden bakan bile atayabilir.

Bu olasılıklara bakıp sevinmeyelim. Seçim sonuçlarının hayra yorulacak kısmı bundan ibaret.

Sonuçlar, esas olarak patronlara yaradı. İsteklerini güvenli bir ortamda ve gecikmeksizin elde edebilecekleri güce eriştiler. Oy yitiren ve ayakta kalabilmek için payandalara gerek duyan AKP’nin üzerinde sallandıracakları “erken seçim” kılıcı, çok işlerine yarayabilir. Seçimlerden pek hoşlanmıyorlar ama tek adam yönetimini dizginleyebilecekleri ve olası tehlikelerini savuşturmaya elverişli güçlü bir araca sahip olmaları önemliydi; şimdi ellerinde.

TOBB; TİM; TÜSİAD; MÜSİAD gibi patron örgütleri daha seçim sonuçları netleşmeden, 31 Mart akşamı, “yapısal reform” sözcükleriyle kavramsallaştırdıkları isteklerini birer birer açıklamaya başladılar. Hepsinin açıklamasında, gelecekteki 4,5 yılın seçimsiz geçecek olması bir fırsat olarak vurgulanıyordu.

Yapısal reformun evrensel bir tanımı yok. Ülkesine ve koşullara göre değişiyor. Bizdeki patron örgütlerinin seçim gecesi yaptıkları kısa açıklamalarda, sıkı bütçe ve para politikaları; istihdamın desteklenmesi; iş piyasasının düzenlenmesi; yabancı sermayenin güveninin yeniden kazanılması; hukuk devleti; AB hedeflerine ulaşmak… gibi sözler uçuşuyordu.

Yapısal reformdan, yukarıda sıralanan istekleri içeren dönüşümlerin gerçekleştirilmesini bekledikleri anlaşılıyor.

İsteklerinin hiçbiri masum değil.

- Sıkı maliye ve bütçe politikası, kamu hizmetlerine daha az kaynak ayırılsın; 

- İstihdamın desteklenmesi, İşsizlik Fonu patronlara yağmalatılsın; 

- İş piyasasının düzenlenmesi, esnek çalıştırma ve güvencesizlik artırılsın;

anlamına geliyor.

Hukuk devleti isteği bile yabancı sermayeye güven vermek bağlamında ele alınmış.

Sermaye örgütlerinin hepsi bağlılıklarını bildirmeyi ihmal etmemiş. TOBB başkanı heyecandan olsa gerek, dolduruşun dozunu fazla kaçırmış; “…Seçim sonrasında hızla harekete geçilmesini bekliyoruz. Şimdi siyasal görüşümüz ne olursa olsun, milletimizin kararını saygı duyup, 82 milyon el ele, gönül gönüle verip, aydınlık geleceğimize birlik ve beraberlik içinde yürüme zamanıdır.”

Bağlılık ve destek konusunda şimdilik sorun yok gibi görülüyor ama ne kadar sürdürüleceği şimdiden kestirilemez. Yabancı sermaye diye adlandırılan uluslararası tekellere verilecek güvence ve piyasanın tepkisinin ne olacağının ortaya çıkması için biraz daha beklenmesi gerekiyor.

Doların ateşinin sönmeyişi AKP açısından pek iyiye işaret değil. Seçim öncesinde içeride kıstırılan yabancı sermayenin bedel ödetmesinden mi yoksa başka kalıcı nedenleri mi var? Zamanla göreceğiz. Hasar tespitinin yapılması ve güvenin yeniden kazanılması için neler yapılacağını ve bize kaça patlayacağını ise çok sonraları öğrenebileceğiz. Belki de AKP çoktan tarihe gömülmüş olacak.

Bağımsız İdari Otoriteler

TÜSİAD’ın açıklamasında, öteki patron örgütlerinin açıklamalarında yer almayan ama önemli bir konuya değinilmiş. Şöyle deniyor; “…serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden düzenleyici kurulların bağımsızlık ve saydamlığını güçlendiren…bütüncül bir ekonomik yaklaşım son derece etkili olacaktır. (…) Hukuk devletinin, özgürlüklerin ve bağımsız düzenleyici kurulları ile piyasa ekonomisinin güçlenmesi yönündeki tüm atılımlar …küresel rekabet gücü açısından belirleyici önemdedir…” 

Yukarıdaki sözler, Dünya Bankası patentli Kemal Derviş politikalarını çağrıştırıyor.

Kemal Derviş’in güçlü Ekonomiye geçiş programı kapsamında çıkarılan yasalarla kamusal faaliyetlerin bir bölümü, (KİK, RTÜK, SPK, EPDK, BDDK, Rekabet Kurulu, Telekomünikasyon, tütün, şeker kurulları…) gündelik politikaların etkisinden arındırmak amacıyla siyasi otoritenin ulaşmasının zor olduğu kurullar biçiminde örgütlenmişti. AKP döneminde ya kapatıldılar ya da siyasetin dışında tutulma özelliklerini yitirdiler.

Şimdi TÜSİAD, bu yöntemi yeniden öneriyor. Belki sütten dili yandığı içindir.