Türkiye Cumhuriyeti tarihe gömüldü!

“Ülke yönetimi tek adama bırakıldı…Meclis işlevsizleştirildi…” gibi sözler kafa karıştırıyor. Olanların adını açıkça söyleyelim: Türkiye Cumhuriyeti tarihe gömüldü!

Cumhuriyet yıkılırken, toplumun geniş kesimlerinin dikkatini Meclis'te verdikleri mücadeleye çekip, sokağı yok sayan muhalefet partileri şimdi karşımıza geçmiş, “Cumhuriyeti yeniden kuracağız biraz bekleyin” diyorlar.

Farkındalar mı bilemem ama toplumun bu gibi boş beklentilerle avutulması, sermaye sınıfının çok işine yarıyor: İnsanları yeni düzene alıştırabilmek için zaman kazanmış oluyorlar.

Dünyanın hiçbir ülkesinde sorunların tek çözüm yeri olarak parlamentolar adres gösterilmez. Toplumsal muhalefet ve direnişler, burjuva demokrasilerinde şiddet içermemek koşuluyla meşru sayılır. Bu hak, burjuvaziye karşı verilen zorlu mücadeleler sonucunda kazanılmıştır. Ve hiç kimsenin bundan vazgeçmemizi isteme hakkı olamaz.

Eğer isteyen birileri çıkmışsa, onların cumhuriyet dostu olamayacaklarını bilelim.

Cumhuriyeti yıkanlar, yeni bir devlet kurmaya giriştiler. Döke saça bir şeyler yapıyorlar. Henüz ortada ne doğru dürüst bir yasa ne de tanımlanmış bir örgüt var. Gerek duyuldukça bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılıyor. Yanlış olmuşsa bir başkasıyla düzeltiliyor.

Bu yönteme 2011 yılında 35 KHK çıkardıkları dönemde de bolca başvurmuşlardı. En iyi bildiklerini yapacakları anlaşılıyor: Göç sürerken kervan dizilecek.

Kurmaya çalıştıkları yapının en belirgin özelliği “güvensizlik.” Bu yüzden de her yöneticinin diğerini gözetleyip Cumhurbaşkanı'na raporla bildirilmesinin öngörüldüğü bir düzen getirmişler. Ancak öylesine abartılmış ki, kurumların iç yapılarında, gözetleme kuleleri kurdular desek, yanlış olmaz.

Yeni düzenin kurgusuna göre Cumhurbaşkanı, kamu kurum ve kuruluşlarını çeşitli gruplar altında topluyor ve başlarına birer yönetici atıyor. Grupların adına bakanlık, yöneticilerine de bakan adı veriliyor. Grupların bileşimini ve yöneticilerini, dilediği anda değiştirebiliyor. Doğrudan bakanlıkların biriyle bağlantısı olmayan KİT’ler gibi kamu kurum ve kuruluşları üzerinde de aynı yetkileri kullanıyor.

Cumhurbaşkanı, bakanları, yardımcılarını, genel müdürleri, kurum ya da kurul başkanlarını doğrudan; yardımcılarını ise atamasını yaptığı yöneticilerin önerdikleri arasından seçip atıyor. Maaşlarının tutarını bile Cumhurbaşkanı belirliyor.

Güvensizlik, bundan sonraki süreçlerde doruğa çıkıyor. İster bakan, başkan, genel müdür olsun atananlar, inisiyatif kullanmak bir yana, Cumhurbaşkanı'nın bilgisi, direktifi olmazsa neredeyse soluk alamaz durumdalar.

Kamu yöneticilerinin hiçbiri bütçelerinin sahibi değil. Kırtasiye almak için yapabilecekleri harcama bile cumhurbaşkanlığı ofislerinde belirleniyor.

Kalkınma Planları, çok yıllı planlar (OVP), yıllık programlar ve bütçeler doğrudan cumhurbaşkanına bağlı ofislerde hazırlanıyor.

Yöneticiler öylesine kıskaç içindeler ki; stratejik planlarını, faaliyet programlarını ve raporlarını hazırlamakla görevli Strateji Daire Başkanları ile Teftiş Kurulu Başkanlarını Cumhurbaşkanı doğrudan atıyor.

Böylelikle hem Cumhurbaşkanı'nın isteği dışında bir faaliyetin ya da bilginin resmi belgelerde yer alması önleniyor hem de yöneticilerin attıkları her adımda teftiş kurulunun gölgesini hissetmeleri sağlanıyor.

Yeni düzende, teftiş kurullarının Devlet Denetleme Kurulu’nun bir şubesi gibi çalışıp, Kurulun direktifleri doğrultusunda görev yapmak zorunda olduklarını da anımsatmakta yarar var.

Korku devleti kuruyorlar ve ne yazık ki bizim cenahta yaprak kıpırdamıyor.