Tabuta çakılan son çivi

Tayyip Erdoğan, önceki gün Samsun’da “Eski Türkiye sisteminin tabutuna son çivinin çakılması için” oy istedi.

Eski sistem, parlamentarizmin az gelişmiş ülkeler için üretilen bir versiyonuydu. Ne yazık ki, o kadarına bile sahip çıkamadık. Bu nedenle “gömmek için” oy isteme cesaretini bulabiliyorlar.

Bari kurulacak yeni düzenin nasıl bir şey olacağını öğrenebilseydik.

Anayasada yapılan değişikliklere bakıldığında, Osmanlı’nın mutlakıyet rejimine benzer bir sistemin hedeflendiği anlaşılıyor. Ancak yalnızca anayasa kurallarına bakarak değerlendirirsek yanlış olur. Çünkü yetkilerin nasıl kullanılacağı; ilkeleri; ölçütleri ve sınırlarının ne olacağı gibi bir dizi konunun, anayasanın kuralları yorumlanarak çıkarılacak yasalarla düzenlenmesi gerekiyor. Anayasayı nasıl yorumlayacakları ve yasaları ne tür bir anlayışla çıkaracaklarını bilemiyoruz.

Uyum yasalarını bir buçuk yıl boyunca çıkarmadılar. Meclisin tatile girdiği gün aldıkları KHK yetkisini de henüz kullanmadılar. Ne tür bir sistem öngördüklerinin ayrıntılarını ise sır gibi saklıyorlar. Demek ki seçim arifesinde bilmemiz istenmiyor.

Henüz yasa yok ama, Tayyip Erdoğan’ın Samsun’daki konuşmasından Çarşamba ve Perşembe günleri katılacağı televizyon programlarında sistemi açıklayacağını öğrendik.

Garip değil mi? Devletin sistemi değişiyor, ortada yasa yok, nasıl bir şey geleceğini kimse bilmiyor. AKP’nin lideri, televizyondan açıklayacağını söylüyor.

Ve seçimlere yalnızca üç gün var.

***

Kötü günlerden geçiyoruz. Çoğu kişi, baş sorumlunun AKP ve onun lideri olduğunu düşünüyor. Ne yazık ki, böyle düşünenler arasında kendilerini komünist olarak tanımlayanların sayısı hiç az değil.

Seçim sürecine girilmesiyle birlikte, laiklikten; emek sömürüsünden; emperyalizmden; doğaya ve insana karşı işlenen suçlardan, kimse söz etmez oldu. Bütün dikkatler AKP ve liderinin düşürülmesinde yoğunlaştı. Kurtulabilmek için milletçe kıyasıya bir mücadeleye giriştik. Garip ittifaklardan medet umuyoruz.

Sola yatkın yakınlarımızı, hem barajı aşsın AKP’nin önünü kessin, hem de sosyalist adayları Meclise taşısın diye HDP’ye; içine sindiremeyenleri ise CHP’ye yönlendirmeye çalışıyoruz.

Sırf AKP’ye karşı oldukları için, Meral Akşener ile Temel Karamollaoğlu’na bakışlarımız bile değişti.

Çoğumuz, sosyalizm için mücadelenin ne olduğunu unutmuş sanki: TKP’nin seçimlere 17 bağımsız adayla girmesini, sosyalizm adına ve sosyalist terminoloji kullanarak eleştirenlere rastlanıyor.

Oysa bizim çok haklı nedenlerimiz var.

Düzen partileriyle bir olursak sosyalizm için kendimize mücadele alanı açabileceğimiz düşüncesini reddediyoruz. Neden böyle bir şey yapsınlar? TÜSİAD ve benzeri patron örgütlerinden çıkar beklenemeyeceğini de biliyoruz. Ayaklarına niye kurşun sıksınlar? Dünya Bankası; IMF; OECD; NATO gibi emperyalizmin askeri, mali ve düşünce kuruluşlarından çıkılmasını savunmayan birine neden sosyalist denildiğine de pek aklımız yatmıyor.

Kendimize böyle sorular sormalı, doğru yanıtlar vermeli ve ona göre davranmalıyız; “AKP’den kurtulmak için güçlerimizi birleştirmek zorundayız… Sosyalist hedefleri öne çıkarırsak başaramayız… Meclise daha çok sosyalist girmeli…” gibi sözcüklerle bezenmiş cümleler kurarak yanıtlar üretmeye kalkarsak, düzen partilerine sığınmayı meşrulaştırmış oluruz.

Parlamentoyu da çok önemsemeyelim. Düzen partilerinin desteğiyle parlamentoya girenler, iddia edilenin aksine, hiçbir yere; “işçi sınıfının bayrağını” falan dikemez.

Şunu unutmayalım: AKP bir sınıf değil, düzenin bir partisi yalnızca. Dünyadaki benzerleri gibi emperyalizme hizmet ediyor. Gücü tükenen, meşruiyeti sorgulanmaya başlanan partilerin kaderi ise köşeye çekilmek.

Yerleri, sistemin ürettiği yeni seçeneklerle dolduruluyor.

Türkiye’nin siyaset müzesinde, bir döneme damgasını vurmuş, bugün adı bile unutulmuş çok sayıda parti sergileniyor. Oysa bunlardan kurtulabilmek için zamanında ne çok mücadeleler vermiştik.

Zamanları dolan gitti, müzelik oldu. Ama emperyalizm dimdik ayakta duruyor.