Sokağı siyasallaştırmak

21 Haziran 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye 1960’lı ve 1970’li yıllarda koalisyon hükümetleriyle yönetilmişti. Üstelik bir de Cumhuriyet Senatosu olgusu vardı. Her iki yılda bir üyelerinin üçte biri değiştirildiği için partilerin güç dengeleri Meclis’ten farklı olabiliyor, bu nedenle yasalar geniş bir uzlaşmayla çıkarılabiliyordu.
AP’nin temsil ettiği güçler bu durumdan çok rahatsızlık duyardı. “Koalisyonların yol açtığı politik istikrarsızlık” sözlerini çok işitirdik. 1982 Anayasası’yla Cumhuriyet Senatosu kaldırıldı, seçim barajları yükseltilerek tek partili hükümetlerin yolu açıldı ve ülkeyi yıllarca ANAP yönetti. Uluslararası sermayenin, Türkiye’yi uluslararası pazarlara bağlamak için gereken dönüşümleri o yıllarda rüzgar gibi esen ANAP eliyle gerçekleştirdiğini biliyoruz.

ANAP ile yakalanan rüzgar, 1990’lı yıllarda durulmuş, ülke yeniden koalisyonlarla yönetilmeye başlamıştı. 2002 yılında gerçekleştirilen AKP projesiyle bu kez, daha güçlü bir rüzgar yakalandı. Türkiye’yi 10 yılı aşkın bir süredir, küresel tekellerin dostu bir iktidar tek başına yönetiyor.
AKP girdiği her seçimden oylarını yükselterek çıktı. Meclis’teki baskın çoğunluğunu hiç yitirmedi. Ülkeyi “göç yolda dizilir” mantığıyla yönetiyor. Hiç zorlukla karşılaşmaksızın dilediği yasayı çıkarıyor, değiştiriyor, olmadı yeniden değiştiriyor.

Ancak bir şeylerin sonuna gelindiği anlaşılıyor. AKP, sokaktaki gücünü yitirmeye başladı. Anadolu’nun her yerine yayılan HES karşıtı vb. direnişler birdenbire bütünselliğe büründü ve ülkeyi sardı. Halk, asıl korkması gereken şeyin korku olduğunun bilincine vardı ve gereğini yerine getiriyor.
AKP kadroları bu gelişmelerden öylesine telaşlandı ki, sağduyunun kırıntısı kalmadı, halka TOMA’larla, biber gazlarıyla ve yalanlarla ölümüne saldırdı. Ama korkmamayı öğrenen halk, bu saldırıları boşa çıkarıyor.

Meclis’teki çoğunluğunu, sokakla birleştiremeyen bir siyaset ülkeyi yönetemez. AKP son bir iki yıl öncesine kadar sokaktaki gücünü sürdürebilmişti. Gezi Parkı direnişi bu gücün kof olduğunu ortaya çıkardı ve şimdi AKP “sokağı siyasallaştırmayın” diyor. Oysa sokak siyasetin dışında bir alan değil, hiçbir zaman da öyle olmadı. Egemenlerin ideolojilerine sokakta meşruiyet kazandırılıyor, bu ideolojiler sokakta içselleştiriliyor. İçki içenlere kötü gözle bakılması, cuma günleri öğlen namazlarının gösterilere dönüştürülmesi ve benzeri birçok olay, siyasetin sokaktaki görünümünden başka bir şey değil. Birçok yerleşim yerinde muhalefetin sesini dile getiren yayınları/gazeteleri satmak ya da satın almak bile yürek istiyor.

Sokaktaki gücünü yitiren AKP telaş içinde yaratıcılarına saldırmaya başladı: “faiz lobisinin” üzerine gideceğim diyor. AB kararlarını aynen iade edeceğini söylüyor. ABD’ye işine karıştığı için kızıyor. Halka TOMA’larla, biber gazlarıyla saldırdı, olmadı, “halkın geri kalan yüzde 50’sini” göreve çağırdı, bindirilmiş kıtalarla yapılan mitingleriyle bile göz dolduramadı.

Ülkeyi birdenbire sararak büyük bir kitleselliğe ulaşmasıyla, onca kışkırtma girişimlerine karşın düzenliliğini ve heyecanını sürdürebilmesiyle ve zekice buluşlarıyla dünyaya örnek olan bu eylemler tarihe geçecek. Ama AKP’yi düşüremedi. Bu duruma bakıp başarısız mı sayacağız? Eylemlerin başarısını AKP’yi düşürmekle sınırlayanlar için doğru bir sonuç olur. Ne iyi ki bu görüş bilimsel değil ve siyasetin gerçekleriyle de uyuşmuyor. AKP, bugün için işlevini sürdürebiliyor olmasaydı çoktan düşmüştü zaten, seçeneği de hazırlanmış olurdu. Sermaye sınıfı böyle olmasını tercih ederdi. Çünkü bu eylemler, korkmayan ve yurtsever tepkiler veren bilinçli vatandaş tipini ortaya çıkardı ve bunlarla uğraşabilmeleri çok zor. Üstelik dünyaya örnek oldu, yayılma olasılığı çok yüksek.

Bu eylemlerin, AKP’yi götürmekle sınırlı bir etkisi olsaydı, asıl o zaman başarısız sayılabilirdi. Şimdi bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek.
* * *
Geçtiğimiz hafta ağır bir ameliyat geçiren ve önceki gün hastaneden çıkan Kadir Sev Hocamıza soL gazetesi olarak geçmiş olsun diyoruz.