Şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olduk

Yüz yıl önce, meczuplar, şeyhler, tarikatlar devleti olmayacağız diye yola koyulmuştuk. Yapamadık.

Önce “kurucu partinin” soluğu tükendi. Lideri bugün, en çok imam-hatip okulu açan parti olmakla övünüyor. Üstelik “laiklik konusunda sorun yok” demesinden anlaşılıyor ki, neler olduğunun farkında bile değil.

Bu sözlerini itiraf olarak not alıp geçelim.

Gericilik, günümüzdeki ardıllarının “demokrasi yıldızları” sözleriyle taçlandırdığı, aynı siyasetin üç ayrı partisinin liderleri; Menderes, Demirel ve Özal dönemlerinde adamakıllı pekiştirildi.

Ya askerlere ne diyeceğiz? Özellikle de 12 Eylül’ü yapan paşalara… Demokrasinin üç yıldızının sonuncusundan önce gelip siyasete hiza verdiler. Cuntanın başı il il dolaşıp meydanlarda kur’andan ayetler okuyordu. Yurt dışına devlet görevlisi olarak atanan imamların her birinin 1.100 dolar tutarındaki aylıklarını 1982-1984 yılları arasında Suudi Rabıtaat-Al İslamiye (Rabıta) adlı örgütün ödediği ortaya çıktığında “Devletimize destek oluyorlar ne var bunda?” demişti.

Erbakan’ın adını anmazsak haksızlık olur. Partisi ötekiler kadar büyümemiştir ama gericiliğin simge isimlerindendir.

Türkeş’ten de söz edelim, gönlü kalmasın. Lideri olduğu hareket, Türk İslam Sentezinin yeniden biçimlendirilip çağa uydurulmasını, böylelikle 1980’li yıllara ve sonrasına taşınmasını sağlamıştır.

Bütün bunlar oluyorken halkımız, birinden kurtulabilmek için ötekinin kollarına atılıyordu. Bulabildiği en iyi çözüm; oyların bölünmemesi için uğraşmaktı.

Geldik bugünlere!

Yeni kurtarıcılarımız, belediye meclislerini dualar, ilahiler eşliğinde açıyorlar. Halkın gözü önünde olmayı ihmal etmeksizin Cuma namazlarına gidiyorlar, Fatihalar eksilmiyor dillerinden. "Bizi bunlarla mı kurtaracaksınız?" diye sorarsanız, “Halkımızın duyarlığına saygı gösteriyoruz” yanıtı alıyorsunuz. Halkımız daha da beter, yapılanların hepsini meşru görüyor, iktidar olmak için bu tür yöntemlere başvurulmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyor.

Bolca, “başka çare mi var?” sözlerini işitiyoruz. Ne yazık, 80 yıl geçti bunların çare olmadığını anlayamadık.

Elbirliğiyle aydınlanmadan, bilgiden ve bilimden korkan kuşaklar yetiştirdiler. Devleti yıllardır, cemaat, tarikat biçiminde yapılanmış, İslam’ın fraksiyonlarından oluşan koalisyonlar yönetiyor.

Bırakın aydınlanmayı, bilimi savunmayı; sözünü etmekten bile korkuyorlar. Başka anlamlara gelmek üzere “ilim ve alim” sözcüklerini kullanıyorlar. Aydınlanma ise sözlüklerinde yok.

Açıklamak için yakınlardan iki örnek vermek yeterli:

9 Ağustos 2019 günü 1413 sayılı CBK ekinde Din Şûrası Yönetmeliği yayımlandı. Şûra, Diyanet İşleri Başkanlığı örgüt yapısı içindeki bir kurul. Onlarca üye ve temsilcisi var. Beş yılda bir toplanıyor, tebliğler sunuluyor, kararlar alınıyor. Danışma kurulu olduğu için bağlayıcı kararlar alınamıyor. Ama toplantılarına yandaş basınları çarşaf çarşaf yer veriyor. Böylelikle hem kamuoyu oluşturuluyor hem de epeyce sükse yapıyorlar.

Şûranın kuruluş amacı, çalışma yöntemleri, kimlerden oluşturulacağı gibi konular, 1993 yılında yürürlüğe giren ve kimi maddeleri 1998 yılında değiştirilen bir tüzükte yazılı kurallara dayanarak yönetiliyordu. Yeni yönetim yapısında tüzük yer almıyor biliyorsunuz. Yeni duruma uyum sağlamak amacıyla tüzük kaldırıldı, yönetmelik çıkarıldı.

Terminolojileri dışında iki metin arasında fark yok.

Tüzüğün Amaç maddesinde; “… bilimsel yeterlikleri ve dini hizmetleriyle tanınmış olan bilim ve din adamlarının katılımıyla …” yazıyordu. Yönetmelikteki yeni metin şöyle: “… ilmi yeterlikleri ve din hizmetleriyle tanınmış kişilerin katılımıyla …” 

Bilim ve din adamı sözcüklerini çıkarıp yerine; ilmi yeterlikleri ve din hizmetleriyle tanınmış kişiler diye yeni bir tanım yapmışlar.

Tüzüğün 3’ncü maddesinde de benzer bir durum söz konusu; (b) bendinde; “Din işleri Yüksek Kurulunca belirlenecek en çok 20 bilim ve din adamı…” deniyordu. Yönetmelikte bu sözler de değiştirilmiş; “Kurulca (Din İşleri Yüksek Kurulu) belirlenecek dini ve ilmi yeterliliği olan en çok 20 kişi…” yazıyor. Böyle bir değişiklik yapıldığına bakılırsa mele/molla gibi adamlara alan açmayı düşünüyorlar.

Sözün özü şu: Sermaye, bütün dünyada dinlerin beyinleri körelten hurafelerine; uysallaştırma ve ötekileştirme gibi niteliklerinin gücüne gerek duyuyor. Bu yüzden milyarlarca lira harcıyorlar.

Laiklik için mücadele etmek, düzen partilerini ve onların liderlerinin boyutunu çok aşar. Bizi kurtarmaya soyunanlar takiyye yapmıyor; sermayenin gereksinmesini karşılamaya çalışıyor.