Seçim bağımlılığını aşmak

Seçim bağımlısı olduk. Birinin bittiği günün gecesi yenisi tartışılmaya başlıyor. CHP, son seçim vak’asının hemen ardından genel seçim istemeyeceklerine söz verdi. Ancak bu sözü, yeni bir seçim olasılığının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Yalnızca CHP değil bütün partiler ağız birliği etmişçesine 4,5 yıl sürecek seçimsiz bir döneme girildiğini vurguluyor. Ancak bu sözler de patron örgütlerine verilmiş bir mesaj olarak algılanmalı.

Seçim yapılmamasının koşulları var ve bunların gerçekleştirilmesi pek kolay değil.

Cumhur ittifakına son İstanbul seçiminde atılan yaklaşık 9,5 puan fark önemlidir ve siyasette kartların yeniden karılmasını gerektirir. Kartlar seçimle karılmayacaksa eğer, düzen partilerinin uyumlu kanatlarını ortak bir paydada toplayacak yeni bir yapı kurulması ve her partinin kendi tabanını, saraya karşı daha güçlü bir biçimde direnebilmek amacıyla kurulduğuna inandırması gerekecektir. Partiler, tabanlarını bu sava inandırmakta büyük bir olasılıkla zorlanacaklardır.

CHP ortak paydaya kendini çoktan hazırlamıştı. MHP’nin “uyumlu” kanadı da İYİ parti adıyla örgütlenmişti. HDP ise son İstanbul seçiminde kendisine güvenilebileceğini kanıtladı. Başarılı olup olamayacaklarını zaman içinde göreceğiz.

AKP’nin de uyumlulaştırılması için düğmeye basıldığı görülüyor. Seçimlerde kolu kanadı kırılan Reis faktörünü aşmak artık eskisi kadar zor değil. AKP’nin eski-yeni kadroları hiç çekinmeden Reislerine ve onun yakınındakilere sert eleştiriler yöneltebiliyorlar. Dahası, yeni arayışlarda adları geçenler gizlemek ya da yalanlamak gereği bile duymuyor.

AKP bitkin, reisleri ondan da bitkin. Kadroları kalmadı. Ne ekonomiyi yönetebiliyorlar ne eğitimi ne kentleri ne çevreyi. İçerde ve dışarda kimse güvenmiyor. İnsanların yaşam alanına çok fazla müdahale ettiler, herkesi bıktırdılar. Düzenin bekası için kadrolarının en azından bir bölümünün tasfiye edilmesi gerekiyor.

Çöktüler, örgütsel bütünlüklerini birkaç yıl daha sürdüremezler.

Sevinelim mi?

Elbette sevinelim. Ama dikkat edelim: başa dönüyoruz.

AKP’nin görevi sermaye düzenini korumak ve iyileştirmekti. Ne yaptıysa insanlara, doğaya, kentlere, “kişisel kini” nedeniyle değil, sermayenin çıkarları öyle gerektirdiği için yaptı.

İktidarda 17 yıl kalmasaydılar, kamuoyunun nezdinde bu kadar kirlenmezler, bu kadar güç sarhoşu olmazlardı. Pervasızlıkları bu düzeylere gelmezdi. Kapitalizmin Dünya ölçeğindeki krizleri olmasaydı belki yaptıkları kötülükler bu denli göze batmazdı. 

Ne olduysa oldu, işler şirazesinden çıktı, geri dönüş şansları yok artık.

Sermaye partisiz kalmaz. CV’sinde Cumhurbaşkanlığı yazan Abdullah Gül’ün onursal başkanlığında; uluslararası tekellerin güvenini kazanmış Babacan’ın yöneticisi olduğu yeni bir oluşum hazırlandığı anlaşılıyor.

Bu arada kendimizi “parlamenter sisteme dönülmesi gerekiyor” doğrultusundaki sözlere hazırlayalım. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adını verdikleri akıllara ziyan garip yönetim biçimini ne sermaye sevdi ne de milletvekilleri.

Sermayenin istediği dönüşümleri, demokrasiye dönüyoruz diye yutturacaklar.

Patronlar, ekonominin gereklerine-kurallarına aykırı davranılmasından yakınıyor; milletvekilleri bakanlara ulaşamamaktan. Beş Yıllık Kalkınma Planları, yıllık programlar, orta vadeli programlar ya tarihe gömüldü ya da Albayrak gibilerinin eliyle karikatüre dönüştürüldü.

Cumhurbaşkanının atadığı üst düzey yöneticiler bile öylesine mutsuz ki; bütün davranışları denetleniyor, kontrol ediliyor. İhbarlara açık bir dehşet düzeninde çalışıyorlar.

Ülke, yeni yöneticilerinin elinde, yukarıda sıralanan sorunlardan arındırılmış biçimde; “birlik ve beraberlik ruhu” aldatmacaları eşliğinde yeni ufuklara doğru yelken açmaya hazırlanıyor.

Sevinelim ama şu gemi işini de unutmasak!