Ortaöğretimin pür melali

Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, eğitim müfredatını güncelledi.

Genel Müdürlük misyonunu; “dünya-ahiret dengesini kurabilen, Kur’an ve sünneti merkeze alarak güncel meseleleri çözümleyen bireyler yetiştirmek” olarak açıklıyor. İmam Hatip Okulu öğrencilerine bu anlayış doğrultusunda, cihat, şehitlik ve gazilik; İslam ve ekonomik hayat; İslam hukukuna göre faiz, rüşvet, helal kazanç, işçi ve işveren hakkı; İslâm’da evlilik, boşanma, miras, gibi dersler verilecek.

Din, yalnızca imam hatiplerde öğretilmiyor. Benzer dersler bütün ortaöğretim kurumlarında var. Onlar da elden geldiğince din okullarına benzetilmeye çalışılıyor.

Esas amaçları eğitim değil, din devletine kadro yetiştirmek.

Müfredata ilişkin ayrıntılı bir değerlendirmeyi Ahmet Çınar’ın, soL Portalda 3 Temmuz 2017 günü yayımlanan haberinde bulabilirsiniz.

Bu yazıda Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nce 6 Temmuz 2017 tarihinde yayımlanan; “Gelecek Eğitimle Şekillenecek” başlıklı tanıtım broşüründen söz edeceğim.

Ortaöğretim Genel Müdürlüğünün tanıtım broşürü 76 sayfa. Bütçe bilgileri; okul; sınıf; öğretmen/öğrenci sayılarını gösterir çizelge ve grafikler çıkarılınca 20 sayfa kalıyor. Bu 20 sayfada 10 kez; “milli ve manevi değerleri benimsemiş/donanmış kuşaklar yetiştirmek (...) tarihsel, kültürel öncelikler, milli ve dini hassasiyetler bağlamında yeni bir vizyon ve yeni bir bakış açısıyla (….)toplumsal değerlerimizin daha fazla özümsenmesi için” gibi sözcükler yineleniyor.

Bu sözler, Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün misyon bildiriminde de aynen yer alıyor.

Yaklaşık yarım yüzyıl öncesinde verilmiş bir Anayasa Mahkemesi kararından kısa alıntılar yapacağım.

YÖK öncesindeki, 1750 sayılı Üniversiteler Yasasında, üniversitelerin görevleri arasında; “örf ve adetlerine bağlı” öğrenci yetiştirmek de sayılıyordu. Bilindiği üzere “milli ve manevi değerler” kavramı, örf ve adetleri de içerir. Anayasa Mahkemesi, bu sözcükleri, 11,12,13,14,15 Şubat/1975 günlü E:1973/37 sayılı kararıyla iptal etti. İptal kararının 1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde alınmış olmasına takılmayın: Mahkemenin dayandığı kurallara 12 Eylül cunta anayasasında da yer veriliyordu.

Kararda şu vurgular dikkat çekiyordu:

  • Toplumun gereksindiği dinamizm, çoğu kez yüzyılların geçmişten sürükleyip getirdiği ve özniteliği durgunluk ve belirsizlik olan örf ve adetlerle çelişki halindedir.
  • Cumhuriyetin geleceğini güvence altına alacak olan genç kuşakları, yüzyıllar öncesi toplum düzeninin gereksindirdiği ve yarattığı örf ve adetlere bağlı tutmak onları modern Türkiye’nin üniversitelerinde örf ve adet yönteminde ve doğrultusunda yetiştirmek, Atatürk devrimlerine ve bu devrimlerin temelini oluşturan ilkelerle bağdaştırılamaz.
  • Örf ve adetler, memleketimizin toplum yapısına ve yöresel özelliklerine göre birbiri ile kimi kez çelişir nitelik almaktadırlar. Kanun hükümleriyle bağdaşmayan gelenekler bir yana bırakılsa bile, ötekilerinin Türk toplumunun tümünce benimsendiği ileri sürülemez.
  • Kaldı ki bunların üniversite gençliğine öğrenim konusu olarak sunulması, öğretim bütünlüğünü de sarsar; üniversite öğretim üyeleri ve öğrenciler arasında çatışmalara neden olur. Bu gibi çatışmalara örf ve adetlerle yakından ilişkileri bulunan din ve mezhep ayrılığı ve bundan doğan sosyal görüş ve inanış nedenleri de eklenince, Türk Devletinin ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğü geniş bir biçimde tehlikeye düşer.

Bir daha böyle kararlar göremeyeceğiz, isterseniz bir kez daha okuyun.

Ortaöğretim Genel Müdürlüğünün “Gelecek Eğitimle Şekillenecek” adlı tanıtım broşüründe yalnızca dinsel vurgular yok. Okulların kendi bütçelerini oluşturmaları; yönetişim; öğretmen – veli işbirliği gibi özelleştirmeyi çağrıştıran ve kuşku uyandıran sözcükler uçuşup duruyor.

Yazı uzayacak ama konuyu açıklayabilmek için broşürden kısa da olsa alıntılar yapmak zorundayım:

“Okulların kendi bütçelerini oluşturmalarına imkân verilecek, okula dayalı yönetim anlayışı doğrultusunda okul yönetimleri yetkilendirilecek ve güçlendirilecektir.”

“Okulla ilgili bütün etkenler üzerinde söz sahibi, katılımcı ve demokratik okullar için gerekli fırsatlar sunulacaktır. Okul iklimi; okul idarecilerinin eğitsel liderliğinde öğrenci, öğretmen ve velinin birlikte karar aldığı ve uygulama noktasında sorumluluk sahibi olduğu bir yapıya kavuşturulacaktır.”

“Okulların donatım standartları yükseltilecek teknolojik altyapısı iyileştirilecek ve elektronik içerik sağlanarak eğitimde teknolojik araçlar daha yoğun kullanılacaktır.”

Bu sözlerin ve amaçların hiçbiri masum değil. Altını kazıdığınızda Devlet okullarında parayı bastıran dernek, vakıf ve parababalarının söz sahibi olabileceği bir ortam hazırlanmaya çalışıldığı ortaya çıkıyor.

Okulların kendi bütçelerini oluşturmaları ne demek? Nasıl gerçekleştirecekler? Okul yönetimlerinde söz sahibi yapılacak kişi ya da örgütlerde ne gibi özellikler aranacak ve kamusal sorumluluğu gerektirecek ne tür yetkilerle donatılacaklar?

Devlet, eğitimden çekilmeyi düşünmüyor olsaydı tanıtım broşüründe böyle hedeflere yer verilmezdi.

Çünkü Devlet okullarına bağış yapılması yasak değil. Yapılıyor da zaten: Okul-aile birlikleri, velilerden para topluyor ve okulun çeşitli giderlerinin karşılanmasına katkı veriyor. 8 Haziran 2017’de çıkarılan “Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği” ile de “gönüllü” olarak adlandırılan ve “hiçbir çıkar gütmeyen” sözleriyle tanımlanan özel/tüzel kişilerin, para, araç gereç ve maliyetini üslenmeleri koşuluyla çeşitli sosyal etkinlikler düzenlemeleri için kurallar öngörüldü. [ “AKP'den eğitime çok kapsamlı gerici saldırı: Sosyal etkinlikler yönetmeliği! “- soL Portal 9 Haziran 2017]

Adam gibi bir devlette kamu hizmetleri “hayırseverlerin” bağışlarıyla değil, karşılığı vergi olan bütçe ödenekleriyle yapılır. Vergi almıyor, bağış bekliyor ve üstelik birilerinin yaptığı bağışları ödeyecekleri vergiden düşüyorsanız, en azından, bu işte bir terslik olduğu düşünülür.

Devlet doğrudan vergi almaktan neredeyse vazgeçti; krizi ötelemek adına ÖTV, KDV’yi erteledi. Önceki hafta enflasyonu düşüreceğim diye besin ürünlerinde gümrük vergilerini %140’lardan %25’lere çekti. Üstelik Yatırım yapacağım diyenler, vergilerden bağışık tutuluyor. AKP, sermayeye bu çıkarları sağlayabilmek için elde ne kalmışsa sbatıp savıyor; borçlanıyor. Bulduğu paraları ise eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerine ayırmak istemiyor. Tercihini parababalarından yana kullanıyor.

Yazı çok uzadı, eğitimden bir örnek verip bitireyim. Devlet kendi okullarının giderlerini karşılamıyor ama özel okullara öğrenci başına para verip destek atıyor. Az buz da değil; bu yıl, okul öncesinde 2 bin 860 lira; ilkokul ve temel lisede 3 bin 440 lira; ortaokul ve lisede 4 bin lira ödeyecek. Uygulamaya 2014-2015 öğretim yılında başlanıldı ve Milli Eğitim Bakanı bu güne değin 2 milyar 103 milyon lira ödendiğini; 2017 -2018 eğitim yılında 315 bin öğrenci için destek verileceğini söyledi. Böylelikle hem özel okulculuk desteklenecek hem de devlet okullarının yükü hafifletilecekmiş.

Devlet, Ayasofya’da sadaka vermek için Sultanahmet’te dileniyor.