Mutlakiyet

Devlet, devlete pek benzemiyor. Yasalar, Mecliste kabul ediliyor ama gerçekte öyle değil; tek kişinin sözü geçiyor. Üstelik Meclis, bu durumdan şikâyetçi değil. Ülke KHK’lerle yönetiliyor. Bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının ve üst düzey yetkililerinin yarınları belirsiz. KHK’lerle bir gecede kaldırılıp yerlerine yenileri kuruluyor, yöneticileri atılmamışlarsa danışman yapılıyor.

Kamu adına yetki kullananların, güçlerini hangi yasadan aldıklarını bilmek olanaksız ve yetkilerin kötüye kullanılması çoğunlukla soruşturulmuyor bile. Yargıçları, iktidar seçiyor. Anayasaya aykırı yasalar Anayasa Mahkemesinin; idarenin yasaları hiçe sayan uygulamaları, idare mahkemelerinin; yolsuzluklara bulaşanlar ise adli mahkemelerin koruması altına alınmış gibi. Yalnızca kahraman olan yargıçlar yasalara ve vicdanlarına göre karar verebiliyor. Yargının tetikçi gibi kullanıldığına ilişkin çok sayıda örnek var. İnsanlar yarınlarından emin değil ve umutsuz.

Burası Türkiye!

Anayasayı, fiili durumla uyumlulaştırmak amacıyla değiştireceklerini söylüyorlar. Meclis, yetkilerini, kendi isteğiyle bir baş-kişiye bırakmaya hazırlanıyor. Yetkisi azaltılıyor ama kabul oyu verenleri ödüllendirebilmek amacıyla milletvekili sayısı 600’e çıkarılıyor.

Milli iradeyi temsil ettiği varsayılan ve çoğunluğa sahip partinin üyesi ya da lideri olan baş- kişi, yönetmelik çıkarmak; kamu personelinin niteliklerini belirlemek ve atamak; bütçeyi hazırlamak; devleti yeniden yapılandırmak amacıyla yasa gücünde kararname çıkarmak ve kamusal rantları tek başına dağıtmak yetkilerine kavuşturuluyor.

Bakanların bütün yetkileri baş-kişide toplanıyor. Bakanlar Kurulu kararları tarihe gömülüyor.  Baş-kişinin memuru derekesine düşürüldükleri için Bakanlar Kurulunun Meclisten güvenoyu alması zorunluluğu da kaldırılıyor.

Parlamentonun, yürütmeye hesap sorabilme yeteneği, soruşturma, gensoru gibi sorgulama araçları kaldırılarak yok ediliyor. Üyesi olduğu partinin milletvekillerinin çoğunluğu istemedikçe, baş-kişinin, yüce divana gönderilmesi olanaksız. Üstelik yüksek yargıçları ve yargıçları atayan Hakimler Savcılar Kurulu üyelerini, partisi ile ortaklaşa seçeceği için gönderilmesinin pek bir anlamı da yok.

Bunun adı hiç kuşkusuz: mutlakıyet.

Anayasa değişikliği paketinin Meclisten geçip geçmeyeceğini ya da değiştirilerek kabul edilip edilmeyeceğini bugünden kestirmek kolay değil. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa referandumda reddedilme olasılığı giderek güçleniyor. Etkili bir karşı duruş sergilenemezse AKP’nin, “devlet” olmanın gücünü kullanarak kabul ettirmek için olabildiğince zorlayacağı kesin.

Kabul edilmezse karşımıza çözmemiz gereken tek bir sorun çıkacak: Baş-kişiyi, Anayasa ile öngörülen sınırlarına davet edeceğiz. Referandumda reddedilmiş olması, direnme gücünü azaltacaktır.

Ama kabul edilir de mutlakiyet, anayasal bir güce kavuşursa, kendimizi bir anda kaos ortamında bulacağız.

Üstelik karşılaşacağımız olumsuzluklar bununla da sınırlı kalmayacak. İşler öylesine karışacak ki; yıllarca, “hangi yasanın hangi maddeleri yürürlükte”, “kim hangi konuda ve nereye kadar yetkili”, “hangi durumda ne yaparsak yasaya uygun davranmış oluruz” , “kime başvuracağız, bu işin sorumlusu kim” gibi aşılmaz sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağız. İşin içine bir de Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin girdiğini düşünün; “yasalarla çelişiyor mu? Çelişiyorsa hangi kuralı” sorunlarını çözebilene aşk olsun.

AKP kadrolarının bu ve benzeri sorunların üstesinden gelemeyeceğini 2011 yılında çıkardıkları 35 tane KHK’den biliyoruz. Düzeltmek için değiştirdikleri her kural, yeni sorunlara yol açtı ve kimi maddelerini 4 - 5 kez değiştirdiler. Bırakın maddelerini, bir KHK ile kurdukları bakanlığı bir ay sonra kapatıp bir başka KHK ile yenilerini açtıkları bile oldu.

İçimden bir ses, anayasa değişikliğini gerçekleştiremeyeceklerini söylüyor. Ama işi sıkı tutmak zorunda olduğumuz da kesin.

********

Yeri gelmişken yaygın bir yanlışı da düzeltelim:

4 yıllık üniversite bitirmediği için Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı olamayacağı ve bu nedenle de Anayasa değişikliği teklifine konulan bir maddeyle diploma sorununun çözümlenmeye çalışıldığı yaygın biçimde söyleniyor. Oysa Cumhurbaşkanı seçilmesine ilişkin kurallarda herhangi bir değişiklik yapılmadı.

Cumhurbaşkanı seçilmek için 4 yıllık üniversite mezunu olmak gerekmiyor. Bugün yürürlükte olan Anayasanın 101. Maddesinde; “yükseköğretim görmüş olmak” deniliyor. Yükseköğretim yalnızca 2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 3. Maddesinde ve şu sözlerle tanımlanıyor; “ortaöğretime dayalı, en az dört yarıyılı kapsayan her kademedeki eğitim-öğretimin tümüdür.”

Dikkat edilirse 4 yıl değil, 4 yarıyıl deniliyor, yani iki yıllık yükseköğrenim görmüş olmak yeterli.