Millet siyasi partilere ne mesajlar verecek?

Ülke seçime kilitlendi. Heyecan dorukta. Milletin dört gün sonra siyasi partilere “vereceği mesajlar” merakla bekleniyor.

Oysa merak edilecek bir şey yok. Büyük bir olasılıkla seçim sonrasında şöyle sözler işiteceğiz: Millet, AKP’ye kırmızı kart göstermedi ama kendine çeki düzen vermesi için uyardı ve Meclisin dizginleyebilmesinin ortamını hazırladı. Oylarındaki düşüşte Erdoğan’ın ve başkanlık sistemindeki ısrarının rolü unutulmamalı. Millet, CHP’nin oylarını yükselterek sosyal politikalara önem verilmesi gereğine dikkat çekti. Ülkeyi bölmeye kalkışmayacağına söz verdiği için, Kürt siyasetinin barajı aşmasını sağladı. Böylelikle özgürlüklere ve demokrasiye olan inancını da vurgulamış oldu. MHP’nin oyunu artırarak ülkenin bölünmezliğine olan duyarlılığını gösterdi.

Ülkede seçim sonuçları böyle “yüksek düzeyli teorik analizler” yapılarak tartışılıyor.

Seçim süreci, AKP öncesinde pek rastlanmayan garipliklerle sürüyor. Sahtecilik hiç bu kadar gündemin baş sırasına yerleşmemişti. Seçimleri YSK değil, AKP yaptığı için kuşkular haksız değil. Sırf sahteciliği önlemek ve ortaya çıkarmak amacıyla örgütler kuruldu, Devlet eliyle yapılacak sahteciliğe karşı her türlü olasılığı dikkate alarak ciddi hazırlıklar yapılıyor.

AKP, Devletin bütün güç ve olanaklarını kullanarak iktidarı elinden bırakmamak için var gücüyle çabalıyor. Can havli söz konusu; İktidardan uzaklaştıklarında başlarına neler geleceğini çok iyi biliyorlar.

Başka satacak malları kalmadı, ortalık milli, manevi değerlerimiz, ecdadımız gibi sözlerden geçilmiyor. Türk milletinin tarihten gelen gücü ve yüceliğini gösteren dev kadrolu müsamereler düzenleniyor. Seçim meydanlarında Türkçe/Kürtçe kuranlar dolaşıp duruyor. Herkes “Sevgili peygamberimizden”, şeyhlerden siyasetlerine güç derlemeye çalışıyor.

Tayyip Erdoğan, başkanlığını kotarabilmek için canla başla çalışıyor. Nasıl olsa değişecek deyip Anayasanın Cumhurbaşkanının yetki ve görevlerini tanımlayan maddelerini delik deşik etti. Suç işliyorsun uyarılarını, suç işlemiyorum diye değil, yargılayamazsınız sözleriyle yanıtlıyor.

Parti liderlerinin espri düzey ve anlayışları; meydanlarda söyledikleri sözlerle birbirlerine karşı kazandıkları üstünlükler ve attıkları goller temel seçim malzemeleri arasında yer alıyor. Düzey olabildiğince düştü.

Ülke seçime böyle hazırlanıyor.

Aslında yukarıda sıralananlar, kapitalist ülkelerin sosyal ve ekonomik yapısına göre değişiklikler gösterse de, burjuva siyasetinin vazgeçilmezleri.

Partiler, dayandıkları sınıfın siyasal örgütlerinden başka bir şey değil. Düzen partilerinin açmazı da bu noktada başlıyor. Küçük bir sınıfın çıkarlarını güdeceğim diye kimseden oy isteyemiyorlar. Toplumun geniş kesimlerini, onların çıkarları için var olduklarına ikna edebildikleri ölçüde başarılı sayılıyorlar ve inandırıcılıklarını yitirmeye başladıklarında sermaye, yeni seçenekler sunulması zamanının geldiğini anlıyor.

Nedense düzen partilerinin bu özelliklerini unutup, her seçimde olmadık beklentiler içine giriyoruz.

Düzen partileri yağmayı, sömürüyü neden kaldırmayı istesin? Neden sermayenin kan damarlarını kesmeyi amaçlasın? Sınıflı toplumlarda özgürlük ve demokrasi sözcüklerinin içi ne kadar doldurulabilir?

Yukarıdaki soruları ancak sosyalistler doğru yanıtlayabilir. Ama nedense çoğumuz başaramıyoruz.

Meclise girebilecek partilerin hepsi düzenden yana ama aralarında hiç mi fark yok denebilir. Baktığımız yere bağlı: Söylemlerine bakarsak farklı olduğunu sanırız, söylemleri ile emperyalizmin düşünce ve mali odakları olan DB, AB ve IMF de üretilen raporları karşılaştırdığımızda özde bir fark olmadığını görürüz.

AKP de ileri demokrasi, özgürlükler, şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi parlak söylemlerle gelmişti. Bugün geldiği noktayı hepimiz görüyoruz. Ama bunu yalancılığıyla değil, emperyalizmin kriziyle açıklamak zorundayız.

Söylemleri ile yaptıkları arasında fark olan tek iktidar AKP değil. Öncelerde bu konuda çok örnekle karşılaşırız. Özelleştirmeler Anayasaya SHP İktidarında girdi. Özelleştirmeyi iptal eden bir Danıştay kararına fiili imkânsızlık gerekçesini öne sürerek uymayacağını ilan eden ilk iktidar AKP değil SHP’dir. DSP, 2001 yılında yasal olmayan ve Resmi Gazetede yayımlanmadığı için gizli kalan bir Bakanlar Kurulu Kararı çıkararak Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu adlı bir birim kurdu. Uluslararası tekeller ve TÜSİAD gibi sermaye örgütleri ile Başbakan ve bakanlardan oluşturulan bu birime, sermayenin çıkarına olacak yasa ve kararnameleri hazırlama görevi verildi. Bakanlar Kurulunun metninde; emeğin esnekleştirilmesi, kamu hizmeti zihniyetinin değiştirilmesi gibi hedeflerden söz ediliyordu.

Sosyalizm için mücadele verecek ne gücümüz var ki deyip, on yıllarca düzen partilerini destekledik ve onların önümüzü açmasını bekledik. Onlar demokrasi, özgürlük, laiklik getirecekler ve bizler de açtıkları yoldan ilerleyecektik. Enerjimiz ne sandığa, ne de sokağa yansıdı. Heba olup gitti.

Son sözüm; “başka çare mi var?” diyenlere. Bize önerilenlerin hiç biri çare değil.

Biliyor musunuz? Seçime aslında iki parti giriyor.