Kim kazandı?

Burjuva demokrasisi her zaman yanıltıcı kurgularla bezenmiş yanlış sorular sorar, kitlelerden istediği yanıtı alır. Tekelci kapitalizm insanları markalar arası yarışa koşullandırdığı için ilkelere değil markalara göre karar verilir. Böylelikle “halkın iradesi tecelli etmiş olur.” Bu yöntem özellikle seçimlerde çok işe yarar. Bu seçimde de öyle oldu. Oyların önemli bir bölümü en popüler markaya verildi.

“İşinize giderken yollarda iki saat sürünmek ister misiniz” sorusuna verilecek yanıt bellidir. “Zehir solumak ister misiniz”, “Sahilleri gökdelenlerle doldursak nasıl olur” gibi sorular karşınızdakinin tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile. Köylüye “kullandığın suya para ödeteceğim, ahırını evinden 5 km uzağa taşıtacağım ne dersin” gibi sorular sorarsanız sizi dövmese bile oy da vermez. “Seni evinden çıkarıp, dev bir inşaat şirketine peşkeş çekeyim mi”, “Evinin önünden otoyol geçirip dördüncü kattaki konutun bir anda bodrum katı olsun mu” soruları dehşetle karşılanır.

Biraz daha somutlayım: Geçen haftaki yazımda sözünü etmiştim. Melih Gökçek, kat karşılığı yaptırdığı Dikmen vadi evleri üçüncü etapta, belediyenin payına düşen ve her biri en az 700 bin lira değerindeki konutların 390’ını, 300 bin liraya yarısı peşin, kalanı 2 yıl ödemesiz, yaklaşık 4 yıl sonra ödenmek üzere aynı yükleyiciye toptan satmış. Bu gerçekleri söyleyip, “Bu uygulamayı sürdüreyim mi” diye sorsaydı “Ne iyi yapmışsın devam et” diyen kaç kişi çıkardı?
Kapitalizm, soruları böyle sormaz. Sözgelişi küçük bir kente gidip “Büyükşehir olmak istemez misiniz” der ve güçlü bir “İsteriz” yanıtı alır.

Yerel seçimleri, yanlış sorular soran ve toplum karşıtı çözümler üretenler kazandı.

Aldıkları oyların düştüğü bir gerçek ama ne yazık ki, güven tazelemeye yetiyor. Tayyip Erdoğan yenilenen gücünü nasıl kullanacağını daha seçim gecesi balkon konuşmasında dosta düşmana duyurdu. “Suriye ile savaştayız” dedi. “Gerilimi artıracağım, kutuplaşmaya devam” dedi. Fotoğraf karesinde yer alanlar da düşman çatlatacak cinstendi: Yanında, paraları sıfırlamakla görevlendirdiği aile efradı ve her cuma google’dan bulduğu bir ayeti twitter’den postalayan ve adı bir süredir rüşvetle anılan eski bir bakanı vardı.

Bu seçimlerde “Piyasa dostu sonuç” kavramıyla tanıştık. Odatv’de okuduğum, Financial Times’dan alınan bir ekonomi analizinde en piyasa dostu sonucun AKP’nin yüzde 40-45 aralığında oy alması olduğu belirtiliyor. Fazlası, Tayyip Erdoğan’ın daha da otoriterleşmesine yol açar az oy alması ise erken seçim isteklerini gündeme getirirmiş. Seçim, burjuva demokrasisinde katlanılması gereken bir yük sayılıyor. Analizde deniyor ki “Tayyip Erdoğan bu seçimlerden pek yara almadan çıkarsa yatırımcılar burunlarını tıkayarak yeniden içeri dalar.” Demek ki, temizlikle ilgilenmek toplum mühendisliği departmanının görevi. Yatırımcılar kendi işlerine bakıyorlar.

Seçim sonrası Meclis’in gündemi yoğun olacak. Öncelikle adı yolsuzlukla anılan bakanların aklanması gerekiyor. Ayrıca seçimlerde çok baş ağrıtan Gülen ekibinin de haddi bildirilmeli. Hemen ardından MİT Yasası gelecek. MİT’e yurt dışında operasyon yetkisi ve kayıtsız koşulsuz dokunulmazlık verilmesi amaçlanıyor. Dilerse savaş çıkarmanın koşullarını oluşturacak. Savaşın sıcağı, soğuğu, düşük yoğunluklusu hiç fark etmez iç politika malzemesi olarak da kullanılabildiği için iktidarlara yepyeni fırsatlar sunuyor: “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde…” gibi söylemlerle halkın üzerine çullanabilecekler.

Ülke seçim sonuçlarına odaklandı. Ama bizim gündemimiz çok farklı: Bu gidişi durdurabilecek miyiz?