Kamu taşınmazları ekonomiye kazandırılınca ne oluyor?

“Kamu taşınmazlarının ekonomiye kazandırılması” sözlerini ilk kez Özal’dan duymuştuk. Para getirmeyen kamu taşınmazları “atıl” olarak tanımlanıyordu. Bu taşınmazlar satılır ya da yatırım yapacağım diyene verilirse, ekonominin hizmetine sunulmuş olurdu. Böylelikle kalkınırdık.

AKP İktidarları bu sözün gereğini; “kamu taşınmazlarının etkili ve verimli kullanılması”; “sanayinin ve istihdamın kamu taşınmazlarıyla desteklenmesi”; “üretimin artırılması” gibi cazibeli sözlerle besleyip yerine getirdi.

Ve bu yüzden de, kentler, meralar; ormanlar; doğal güzellikler; tarih; kültürel ve moral değerler, ziftle-betonla sıvandı. Ekonomiye kazandırılan her karış kamu taşınmazı karşılığında daha fazla zehir soluyor, daha fazla zehir içiyoruz. Üstelik AKP’den başka Ülkenin kalkındığını söyleyen de yok.

Yaşamın kaynağı ve bütün değerlerimiz, Kapitalizmin kutsalı olan paraya kurban edildi.

Parlamento ve bütün kamu örgütü, bu olumsuzluğun sorumluluğunu taşıyor.

Turizmin, sanayinin, madenciliğin geliştirilmesi, yatırımların teşvik edilmesi gibi gerekçelerle çıkarılan yasaların hemen hepsinde; yatırım yapacağım diyen patronlara kamu taşınmazı verilmesi öngörülüyor. Hazinenin; KİT’lerin; SGK gibi kurum ve kuruluşların taşınmazları, Özelleştirme İdaresine devredilip satılıyor. Belediyeler de yarışta geri kalmıyor.

Piyasa dostu yasalarla, yatırımın ilgili olduğu bakanlıklar ve Özelleştirme İdaresine imar planları yapma yetkisi tanındı. Hepsi daha çok para getirmesi için, satmadan önce plan değiştirip, konut ve ticaret alanına dönüştürüyor. Patronlara yatırım yapması amacıyla verilen taşınmazlar ise onların isteklerine bakılarak planlanıyor. Yasalara göre belediyelerden görüş almaları bile gerekmiyor.

Aslında, belediyelerin görüşünün alınmasının pratikte bir anlamı da yok. Çünkü onlar da aynı yöntemi uyguluyorlar.

Çoğu özelleştirilmiş olan KİT’lerin, Karayolları ve DSİ gibi İdarelerin, kentlerin merkezinde yeşil alan olarak kalabilmiş büyük taşınmazları; Hazinenin, belediyelerin ya da herhangi bir kamu İdaresinin mülkiyetindeki topraklar, kent ormanları, çağdaş bir kent anlayışıyla planlanmak yerine, devasa gökdelenler ve otoyollar yapılmak üzere elden çıkarılıyor.

Maliye Bakanlığı’nın, 2013-2017 yıllarını kapsayan Stratejik Planın 5. Hedefinde özetle; “Kamu taşınmazlarının bir an önce özel sektörün hizmetine sunulabilmesi için, taşınmaz envanterinin çıkarılması ve uluslararası standartlara göre değerlerinin belirlenmesi çalışmalarına hız verilecektir” deniliyor. Planda geçen hizmet, uluslararası standartlar gibi sözcüklere takılmayın: bu sözler “satacağız” demenin daha özenli sözcüklerle açıklanması anlamına geliyor.

2003 yılında çıkarılan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası ile Devlet, bir holding olarak kurgulanmıştı. Bu kurgu, işletmeye ilişkin bütün mali bilgilerin yanısıra, kamu taşınmazlarının değerlerinin de bir bakışta görülebilmesine olanak tanıyan bilanço esasına dayalı kayıt düzenine geçilmesini gerektiriyordu.

Maliye Bakanlığı bir türlü bunu gerçekleştiremedi. 2014 yılında “Kamu İdarelerine Ait Taşınmazların Kaydına İlişkin” Yönetmeliğe eklenen bir madde ile bütün işlemlerin 30.9.2014 tarihine değin bitirilmesi öngörüldü. Ama nedense henüz bitiremediler.

Bu durum, Sayıştay raporlarında 2012 yılından beri dile getiriliyor. Basın, AKP İktidarlarını eleştirir gibi bir algı uyandırdığı için;“Devlet, ne kadar taşınmazı olduğunu bilmiyor” yaklaşımıyla veriyor. Denetim raporunda yer aldığı için halk da inanıyor. Böylelikle Sayıştay raporları, kamu mallarının satılmasının önündeki en önemli engelin bir an önce aşılması için toplumun hazırlanmasında kullanılmış oluyor. Buna “tuzak” da diyebiliriz.

Öyle ya; satmak ya da varlık fonuna devretmek gibi bir amacınız yoksa eğer; kamu kurum ya da kuruluşlarının mülkiyetindeki bir parkın, yeşil alanın, müzenin fiyatını öğrenip de ne yapacaksınız?

Vazgeçilen vergilerin açtığı gedikler, kamu taşınmazları satılarak kapatılacak.

Piyasa dostu yasalarla patronlara öylesine çıkarlar sağlandı ki; yatırım yapacağım diyenden neredeyse hiç vergi alınmadığı gibi, teşviklere boğuluyor. Devlet, vergi toplamakta çok istekli değil. Ayrıca Anayasa referandumu öncesinde piyasalarda durgunluk yaşanmasını önlemek amacıyla KDV ve ÖTV’den vazgeçmişlerdi. Geçtiğimiz hafta ise, enflasyon oranı yüksek çıkmasın diye üreticiyi yok etmekle eşdeğer bir uygulamaya imza atarak, tarım ürünlerinden alınan Gümrük Vergisi oranlarını %125-140’lerden %25’lere indirdiler. Bütçe gelirleri kaçınılmaz olarak düşecek. Patronları üzmeyecek yeni gelir kaynakları bulunamazsa hiç iyi olmaz.

Maliye Bakanı’nın; 8 Haziran günü Dünya Gazetesinde yayımlanan söyleşisinde “vergi dışı kaynaklara yöneleceğiz” demesine bakılırsa, gelirleri artırılabilmek için daha çok kamu taşınmazı satmayı planlıyorlar. Ayrıca Bakanın dilinde; kamu idarelerinin kullanmadıkları, atıl durumdaki taşınmazları ile Varlık Fonuna devredilen 2 milyon M² büyüklükteki, değerli taşınmazlar dolaşıyor.

AKP İktidarları ser verip sır vermediği için, vergi dışı kaynaklardan ne anladıkları; hangi kamu taşınmazını satmayı planladıklarını kestirebilmek kolay değil. Ancak hedefte bütün kamu kurumu; idaresi; şirketinin olduğu konusunda kimse kuşku duymamalı.