Kamu Denetçiliği Kurumu ne işe yarar?

Tayyip Erdoğan, 2 Mart 2017 günü, Kamu Denetçiliği Kurumunun düzenlediği Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumunda bir konuşma yaptı. Konuşmasındaki şu vurgular özellikle dikkati çekiyordu.

“Ülkenin ve vatandaşın menfaatine olacak birçok proje, hizmet ve eser; sistem içine özel olarak yerleştirilmiş vesayet odakları tarafından sabote edilmektedir(…)Kamuda etkinliği ve verimliliği artıracak, şeffaflığı, hesap verilebilirliği, denetimi güçlendirecek adımlar, çeşitli bahanelerle engellenmek istenmektedir(…) Biz, seçilmişlerin üzerinde sürekli baskı kuran, elindeki kamu gücünü siyaseti hizaya sokmanın aracı haline getiren bir zihniyetle çarpışarak ülkemize hizmet etmeye çalışıyoruz (...)Kamu Denetçiliği Kurumu, Devletle vatandaşı kucaklaştırma, aradaki engelleri kaldırma iradelerinin en somut tezahürlerinden biridir(…) Ombudsmanlık müessesesini Türkiye’ye çok daha önce kazandırmak istedik, 2006 yılında çıkarılan bir Kanunla TBMM’nde kabul edildi. Ancak dönemin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi (…)2010 yılında Anayasa değiştirildikten sonra 2012 yılında kurabildik.”

Kamu Denetçiliği Kurumu, gerçekten de söylenildiği gibi önemli işler mi yapıyor? Kararlarında, raporlarında neler yazar? Yazdıkları kimlerin işine yarar? Devletle vatandaşın kucaklandırılması ne demek ve bu işi nasıl başarır? Ülke ve vatandaş için yararlı olacak adımları sabote etmeye çalışan, “vesayet odakları” kimler ve neden böyle yapıyorlar? Anayasa Mahkemesinin Yasayı iptal gerekçesi haksız mıydı? Kamu Denetçiliği olmazsa etkin, verimli, şeffaf ve hesap verebilir yönetim anlayışı gerçekleştirilemez mi?

Bu ve benzeri soruları yanıtlayabilmek için, Kamu Denetçiliği Kurumunu daha yakından tanımalıyız. Yazı biraz uzun olacak. Ancak AKP’nin gerçek niyetini, söylenenlerin ise içeriksiz olduğunu açıklayabilmenin başka yolu yok. Dilerim okurken sizler de sabır gösterirsiniz.

Sonuna kadar okumanızı özendirebilmek amacıyla bir bilgiyi şimdiden paylaşayım; Kurumun yargı özel raporunda, TBMM’ne Anayasa Mahkemesi kararlarını yok sayma yetkisi verilmesi için Anayasanın değiştirilmesi öneriliyor.

Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz yıl Mart ayında Can Dündar’la ilgili Anayasa Mahkemesinin insan hakkı ihlalinin varlığını kabul eden kararına kızmış ve “karara uymuyorum” demişti. Kamu Denetçilerinin mesajı aldıkları anlaşılıyor.

KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMUNUN GÖREVİ

Kurum,6328 sayılı Yasayla, gerçek ve tüzel kişilerin idarenin işleyişi ilgili şikâyetlerini inceleyip, araştırmak ve idareye tavsiyelerde bulunmak amacıyla kuruldu. Yasanın 1.maddesinde görev anlayışı şu sözlerle açıklanıyor; “İdarenin her türlü eylem ve işlemleriyle tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmak.” Kurum gerekli gördüğü durumlarda yıllık rapor yazma dönemini beklemeyip özel raporlar hazırlayabiliyor.

TBMM’nde seçilen bir başdenetçi ile 5 denetçi, denetim yetkisine sahip. Ayrıca Kamu denetçiliği uzmanı kadrosu var. 2017 yılı Performans Programında, bu kadrolarda 45’i Uzman; 39’u yardımcısı olmak üzere 84 kişi çalıştırıldığı yazılı. Ancak Yasada görev, yetki ve sorumlulukları belirlenmemiş. Denetçiler ne isterse onu yapmakla görevli sayılacakları anlaşılıyor.

Kurumun çalışma sistemi ise şöyle: Diyelim ki öğrencisiniz ve okulunuzla ilgili bir sorununuz var ya da kamuda çalışıyorsunuz ve İdare sağlık giderinizi karşılamıyor. Bu gibi sorunlarınızı çözebilmek için olağan yol, idare mahkemelerine başvurmaktır. Ancak nasıl olsa bedava diye bir dilekçe de Kuruma verebilirsiniz. En az 18 yaşında olmak gibi bir zorunluluk bile yok. Size 6 ay içinde bir karar gelecektir. Haklı bulunmuşsanız kararın altında; “idareye tavsiyede bulunulmuştur” yazısını göreceksiniz. Sevinmeyin, İdare bu tavsiyeye uymak zorunda değil. Yıllık raporlarında, çok azına uyulduğu belirtiliyor ve buna çözüm aranıyor.

Kurum, başvuruları 2013 yılında almaya başladı. 2015 yılı Raporunda, 2013 yılında 7.638 kişi; 2014 yılında 5.639 kişi; 2015 yılında ise 6.055 kişi olmak üzere toplam 19.332 kişinin başvurduğu yazılı.

Raporda, başvuruların konularına göre de dağılım yapılmış. Yarısını kamu personel rejimi ile Eğitim-öğretim- gençlik ve spor alanı oluşturuyor. Kalan yarısı da çalışma; sağlık; vergi; yerel yönetim hizmetleri gibi 19 alana dağılmış.

Raporda, üç yılda 213 tavsiye; 296 ret; 63 kısmen ret kısmen tavsiye kararı olmak üzere 572 dosyanın sonuçlandırıldığı yazıyor. Demek ki Kamu Denetçiliği Kurumu, üç yıllık faaliyeti sonucunda sadece 213 kişiyi tam olarak; 63 kişiyi ise kısmen Devletle kucaklaştırabilmiş; 296 kişiyi de üzmüş. Uyulmayan kararların bu sayıdan düşülmesi gerektiğini unutmamalıyız.

Bu arada kurumun bütçesinin 22 milyon lira dolayında olduğunu da belirtelim.

ŞİKÂYETLERLE İLGİLİ KARARLARINDA NELER YAZAR?

Başvuruların büyük çoğunluğunun konusu kamu çalışanlarının, eş durumu, tayin, harcırah vb sorunlarıyla ilgili. İçlerinde özelliği olan kararlara rastlayabilmek olanağı pek yok.

Başka alanlarda ilgi çekebilecek kararlarına rastlanıyor. İki örnekle yetineyim:

İlki, 7 Haziran seçimleri sırasında yapılan bir başvuruya ilişkin. YSK’nın seçim için hazırladığı eğitim dokümanlarının, Türkçe bilmeyenler dikkate alınarak Kürtçe olarak da hazırlanması istenilmiş. Kamu denetçisi, başvuruyu haklı görmüş ve YSK’na tavsiyede bulunulmasına karar vermiş. Referandum sürecinde hiç Kürtçe film, yayın, doküman görmedim. Gözümden kaçmadıysa bu tavsiye yerinde uyulmadığı ortaya çıkar.

İkinci karar, Lozan Andlaşması kapsamında azınlık kabul edilen vatandaşlarımızın sosyal haklarını ilgilendiriyor. Bir Kilise vakfının başkanı, din adamlarının maaşlarının Diyanet İşleri Başkanlığınca karşılanmasını talep etmiş. Kamu Denetçisi; “…..mümkün bulunması halinde meri mevzuatın işlerliğinin sağlanması, bunun mümkün olmaması halinde ise mevzuat değişikliğiyle şikayet konusu talebin yeterli oranda karşılanması yönünde Başbakanlığa tavsiyede bulunulmasına…” karar verilmiş.

Kamu denetçisinin, tavsiyede bulunduğu konuda yasallık incelemesi bile yapmadan bir sonuca vardığı anlaşılıyor.

YILLIK RAPORLARINDA NELER YAZAR?

Yıllık raporlarında AKP’ne övgüler düzülüyor.

2015 yılı Raporunda yer alan şu sözlere bakalım;

“Türkiye, özellikle 2000’li yılların başından itibaren, toplumsal ve siyasi değişimlere ayak uydurulması amacıyla hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan haklarına saygı ile hukuk sisteminin çağdaş normlara kavuşturulması hususunda son derece önemli adımlar atmıştır….gerçekleştirilen reform adımları, hukuk kurumlarını ve temel hak ve özgürlükleri daha da güçlendirerek modern bir Türkiye’nin oluşmasına fırsat vermektedir….2001, 2004 ve 2010 yıllarında gerçekleşen kapsamlı Anayasa değişiklikleri çerçevesinde 1982 Anayasasının büyük kısmı değiştirilmiş; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konularında önemli mesafe kaydedilmiştir….bu değişiklikler Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukuk karnesine çok olumlu kazanımlar sağlamıştır…”

AKP kadrolarından birinin ağzından çıkmış algısı uyandıran bu sözler, özerk ve yasasında bağımsız görev yapması öngörülen bir Kurumun yıllık raporunda yer alıyor.

ÖZEL RAPORLARINDA NELER YAZAR?

Kurum, gerekli gördüğünde özel raporlar da yazıp yayımlıyor. Bugüne değin Soma ve Yargı konusunu içeren iki özel rapor hazırladı.

Soma Raporu:

Soma maden raporunu okuduğunuzda, sanki bütün sorumluluk yalnızca Maden İşleri Genel Müdürlüğünün yetersizliğinden kaynaklanıyormuş gibi bir algı oluşuyor. Rödovans uygulaması, taşeronluk gibi temel sorunların ise genel geçer sözlerle geçiştirildiği görülüyor.

Şaka gibi bir öneriye de yer veriliyor: İşletmecilerin maden sertifikası çıkararak daha çok kaynak bulabilecekleri ve ileri teknoloji kullanma olanaklarına kavuşacakları, böylelikle “kazaların” en aza indirilebileceği belirtiliyor.

Adalet Sistemimizin Sorunları, İyileştirilmesi Ve Güvenilirliğinin Artırılması Hakkında Özel Rapor:

Raporun, Anayasa Mahkemesi kararlarının yok sayılabilmesi amacıyla geliştirdiği öneriler; yüksek yargıçların, sorun yaşanmadan tasfiyelerinin sağlanması konusundaki önerileri ile Gezi Raporunu hazırlayan Barolar Birliğinin hizaya sokulması önerilerinden söz etmekle yetineceğim.

Raporun sonuç bölümünün 71. Sırasındaki öneride aynen şunlar yazıyor; “…TBMM’de nitelikli çoğunlukla kabul edilen kanunların AYM tarafından iptal edilmesinde yine mahkemede nitelikli çoğunluk aranması, yasama organının iradesine saygı gösterilmesinin tezahürü olacaktır.”

Anayasa Mahkemesi Kararlarının yok hükmünde sayılması için neler yapılmalıdır.

Aynı paragrafta şunları okuyorsunuz; “ Anayasa mahkemeleri tarafından alınan bazı iptal kararlarının parlamentolar tarafından (nitelikli çoğunlukla karar alınarak) askıya alınabilmesi usulünün benimsenmesi demokrasi ve anayasa mahkemesi arasındaki bağı kuvvetlendirecektir.”

Demokrasi ve anayasa mahkemesi ilişkisi konusundaki sözleri okudunuz değil mi? Takılmayın! Dahası var. Bir alt paragrafta; “yukarıdaki önerinin kabul edilmemesi halinde anayasa değişikliğiyle, kanunlarla ilgili iptal kararlarına ilişkin ‘TBMM yorumu’ sistemi getirilerek AYM kararlarının yok hükmünde sayılması düzenlenmelidir.” (raporda koyu yazılmış) deniliyor.

Anayasa Mahkemesinin uyması gereken ilkeler Sonuç bölümünün 74. Sayılı paragrafında şöyle sıralanıyor: “Mahkeme, içtihadını oluştururken AİHM İçtihatları yanında uluslararası uygulamalarda olduğu üzere kamusal-kişisel yarar dengesini ve ülke koşullarını da gözetmesi gerektiğinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.”

Yüksek yargıda sorunsuz tasfiye nasıl yapılır:

27 Haziran 2016 tarihinde Kamu Başdenetçisi, Adaletimizin sorunları adlı bir rapor üzerinde çalıştıklarını; henüz bitirilmediğini ancak Danıştay Yasasında değişiklik tasarısının Mecliste görüşülmesi sırasında dikkate alınması için bir an önce açıklamayı uygun gördüklerini belirtmişti.

O günlerde Yargıtay ve Danıştay üyelerinin bütün olarak tasfiye edilmelerinin öngörüldüğü yasa tasarısı görüşülüyordu.

Raporda yüksek yargıçların sorunsuzca tasfiye edilebilmesi için Meclise ve Hükümete öneriler hazırlandığı görülüyordu. Sözgelişi FETÖ üyesi olduğu bilinen ancak kanıt bulunamayan yargıçlar, Yargıtay ve Danıştay yetkili kurullarınca görevden çekilmeye davet edilebilirler. Bakanlıkların hukuk müşavirliklerine atanabilirler, aylıklarında düşme olmazsa sorun çıkmaz. Yargı Strateji Üst Kurulu adında bir birim kurulup, buralara atanırlarsa “Türk yargısına hizmet etmeleri sağlanabilir” gibi bir dizi öneri sıralanıyordu.

Raporun açıklanmasını izleyen günlerde yüksek yargıda tasfiye yasası çıkarıldı ve bu önerilerin uygulanmasına gerek kalmadı. Olağanüstü Hal KHK’leriyle ise yargıda çok daha büyük boyutlu bir tasfiye gerçekleştirildi.

Barolar Birliğine Göz Dağı:

Raporun sonuç bölümünün 129 sayılı önerisinde baro temsilcilerine öğütler veriliyor; “…baro temsilcileri ve sorumlu organları, siyasetle uğraşmamalı, dernek, sendikal kuruluşlarla ilişki kurmamalı, özellikle siyasi ve ideolojik söylemlerden uzak durmalı, ….kamu hizmeti gütmeli, hukuk üretme ve maddi gerçeğe ulaşmada aracı olma gayesi ile hareket ederek siyasileşmemelidir.”

Bu sözlerden sonra TBB’nin tarafsız olmadığına kanıt olarak yayımını üslendiği Gezi Raporu, örnek gösteriliyor ve öyle sözlerle eleştiriliyor ki; sanki karşınızda soğukkanlılığını yitirmiş biri var ve size saldırıyor.

Raporun (989) sayılı paragrafında; “…Raporun daha sunuş kısmında ‘demokratikleşme ve totaliterleşme sarkacındaki Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ışık tutmayı amaçlamaktadır’ ifadeleri kullanılmıştır.(….) ‘son on yıl Türkiye’sindeki baskın eğilim, hukuku sayısal çoğunluğa sahip grup yöneticilerinin iradesine tabi kılma yönünde oldu’ görüşü raporun taraflılığını teyit etmekte olup; bu durum hem raporu hazırlayan Gezi Hukuki İzleme Grubunun hem de TBB’nin demokrasiye bakış açısını ve siyasi duruşunu ortaya koymaktadır.” Deniliyor ve paragraf, tehdit içeren şu sözlerle bitiriliyor; “TBB’nin bu raporunu yorumsuz aktarıyor ve sadece Avukatlık Kanunu, barolar ve TBB’nin görevlerini hatırlatıyoruz. Barolar ve TBB’nin siyaset dışı olması tespitinde bulunuyoruz.” (raporda koyu yazılmış)

Raporun (993) sayılı paragrafında gezi direnişine çok sert sözler var;

“….gezi raporunda şiddet içermemek şartıyla toplantı ve gösteri yürüyüşünü kamusal alanlarda özgürce gerçekleştirmek ya da gerçekleştirmeyi talep etmenin, yurttaşın çevresel ve kentsel hakları kapsamındaki pozitif ödevi olduğu, bu ödevlerin yerine getirilmesini sağlayacak araç ve mekanizmaların oluşturulması ve bunların engellenmemesinin ise, devletin en temel ödevi olduğunu belirtmiştir. Ancak Gezi olaylarının bütünü açısından bakıldığında, istisnalar hariç, olayların barışçıl olmaktan uzak, şiddet içerikli Vandalizm örneklerinden oluştuğu gerçekleri göz ardı edilmemeliydi” (raporda da koyu yazılmış)

Konu yeterince anlaşılmıştır sanırım, uzatmaya gerek yok.

ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI VE VESAYET ODAKLARI

Buraya kadar okumuşsanız, vesayet odakları; yasaların statükocu anlayışla yorumlanması; ülkenin gelişmesini istemeyenlerin ülkeye yararlı hizmetleri sabote etmeleri, gibi sözlerin gerçeklerle uzak yakın ilgisinin olmadığını görmüşsünüzdür. Ama yine de Kamu Denetçiliği Kurumunun kurulma sürecine kısaca değinmekte yarar var.

Kamu Denetçiliği Yasası 2006 yılında TBMM’nde kabul edilmiş, ancak 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, kimi maddelerini bir kez daha görüşülmek üzere geri göndermişti. Yasanın Mecliste aynen kabul edilmesi üzerine Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesine başvurdu. Mahkeme, Yasayı iptal etti.

Cumhurbaşkanının ve Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçelerinde özetle; “Anayasanın 6. Maddesine göre hiçbir kimse ya da organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. TBMM’nin yetkileri Anayasanın 87. Maddesinde sayılmıştır. Sayılanlar arasında İdarenin denetlenmesi yer almamaktadır. Anayasaya göre yasama organı, yürütmenin sadece siyasi karar ve eylemlerini denetleyebilir” deniliyordu.

“Anayasaya aykırılık sorununu çözebilmek için” 2010 yılında anayasanın 74. Maddesine bir fıkra eklendi ve böylelikle kurulabilmesinin yolu açıldı ve 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Yasası, 29.6.2012 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Aklınıza, Meclisin İdareyi denetlemesinin ne sakıncası var?” gibi bir soru gelmiş olabilir. Gelmesin! Çünkü bu gerekçe; “Yasamanın muhatabı hükümetin emrindeki bürokrat değil, hükümetin kendisidir” anlamına geliyor.

Yasanın çıkarılmasıyla Meclis de küme düşmüş oldu: Meclise bağlı ve onun adına görev yapan Kurum, yalnızca bürokratlar üzerinde ve “tavsiye etmekle” sınırlı bir yetki kullanabiliyor.

Tayyip Erdoğan, dönemin Anayasa Mahkemesini, statükocukla ve kamu gücünü siyaseti hizaya sokmanın bir aracı olarak kullanmakla suçlasa da buna hiç hakkı yok. Yasama organına Anayasayla verilmemiş bir yetkiyi, yasa ile vermeye kalkmışsanız, Anayasa Mahkemesinin görevi, onu iptal etmektir.

Vesayet konusuna gelince: AKP kadroları, atanmışların Anayasal ve yasal yetkilerini kullanma biçimlerini beğenmemişlerse hemen vesayet odağı olarak damgalıyor. Tayyip Erdoğan’ın, Anayasa Mahkemesini vesayet odakları arasında saydığını biliyoruz. Bu nedenle de üyelerinin seçilme yöntemlerini değiştirdi ve neredeyse kendine bağladı. Böylelikle vesayet odağı olmaktan çıkardı.

Son yıllarda AKP kadrolarından yerli yersiz “millet iradesi” ve “seçilmişler-atanmışlar” sözcüklerini sıkca duymaya başladık. Bu sözleri, genel oyla seçilenlerin dilediklerini yapabileceklerini vurgulamak amacıyla kullanıyorlar. Atanmışlara, seçilmişlerin aldıkları kararlara karışma yetkisi tanınmasının millet iradesine aykırı düştüğünü savunuyorlar.

Bu görüş doğru değil. Çünkü Anayasanın 6. Maddesinde aynen; “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır (…)Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” yazıyor.

Böyle yazmasa, oyların çoğunluğunu alan partilerin, millet iradesi gibi belirsiz bir kavrama sığınarak “hukuk devleti; demokrasi” gibi ilkeleri umursamaksızın dilediğince davranmalarının önü alınamaz. Ancak AKP kadrolarının Anayasaya uymak gibi takıntıları olmadığı için bu kurallar onlara işlemiyor.

İleri demokrasilerinden filan vazgeçtik hiç olmazsa burjuva demokrasisinin ilkelerine uysalar.

KAMUNUN ETKİN, VERİMLİ, HESAP VEREBİLİR, DENETLENEBİLİR OLMASINI KİM İSTEMİYOR?

Etkinlik, verimlilik, şeffaflık gibi sözcükleri en çok kullanan Parti olmasına karşın AKP, hiç birinin gereğine uymuyor. Denetlenmekten de korkuyor. Bu nedenle de İdarenin eylem ve işlemlerini TBMM adına denetleyen, yaklaşık 150 yıllık deneyimi olan ve iktidarların etki ve gücünden olabildiğince korunabilmesini sağlamak amacıyla donatılmış Sayıştay, AKP döneminde denetim yapamayacak duruma getirildi.

SON SÖZ

Kamu Denetçiliği Kurumu, şikâyet üzerine harekete geçiyor. Örgüt yapısı ve yetenekleri çok sınırlı. İstenildiği kadar yüce değerler atfedilsin, etkin; verimli; hesap verebilir bir yönetimin gerçekleştirilmesinde hiçbir katkısı olamaz. Yaptığı iş denetim olarak adlandırılamaz. Vatandaşın devletle kucaklaştırılması her ne demekse, ona da yaramaz.

Şimdi başlıktaki soruyu yanıtlayabiliriz: Kamu Denetçiliği Kurumu yalnızca İktidarın işine yarar.

AKP kadrolarınca yüceltilen kurumlara ve değerlere ihtiyatla yaklaşmalı ve onu deşifre etmenin yollarını aramalıyız. Etkili bir mücadele yürütebilmenin başka yolu yok.