İstifa etmiş hükümet atama yapamaz mı?

Bir hükümetin istifa etmesiyle atama yetkisi ortadan kalkmaz elbette. Görevini devredinceye değin, gündelik rutin işlerin yürütülebilmesi için gerekiyorsa ya da geciktirilmesinde sakınca görülüyorsa, gelecekteki hükümetlerin işini zorlaştırmayacak bir anlayışla atama yapabilir.

Ancak hiçbir hükümet atama yetkisini sınırsızca kullanamaz. Kamu yararı ve hizmet gereklerini gözetmek; idari yargı yerlerine başvurulduğunda bu ilkelere uygun davrandığını kanıtlamak zorundadır.

Küçük bir araştırmayla bile, idare mahkemeleri ve Danıştay’ın, bu gerekçelerle iptal ettiği yüzlerce atama kararı bulunabilir.

İstifa etmiş bir hükümetin bu ilkelere daha bir özenle uyması beklenir. Son 45 gününde yaklaşık 1000 üst düzey personel atamış bir hükümetin, siyasi ahlaktan hiç nasiplenmediği düşünülür. Bu sözler biraz ağır olduysa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin terminolojisinden ödünç alarak yazayım: “insanlar bu kadar çok atama yapılmasını biraz fazla siyasi bulabilirler.”

Yazının sonunda, istifa etmiş hükümetlerin yaptıkları atamaları iptal eden iki Danıştay kararından uzunca alıntılar göreceksiniz. Yazının bütünlüğünü bozmamak için sona aldığım bu kararlarda, istifa etmiş hükümetlerin yeni bakanlar kurulunun programını uygulamasını zorlaştırıcı ya da engelleyici köklü kararlar almaktan ve geleceğe dönük yükümlülükler yaratmaktan kaçınması; ancak günlük-gündelik kararlarla yetinmesi zorunluluğu, özellikle vurgulanmaktadır.

Davutoğlu hükümeti istifa etmiş olmasına karşın, son gününe değin atamalarını sürdürdü. Öylesine ki; seçim hükümetini Tayyip Erdoğan’ın onayladığı gün bile Maliye Bakanlığına müsteşar atandı. İki gün öncesinde de, 2011 ve 2015 seçimlerinde AKP’den Milletvekili adayı olup seçilemeyen Gümrükler Genel Müdürü, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı müsteşarlığına atanmıştı. Atanan müsteşar, şimdi seçim hükümetinde “bağımsız bakan” olarak yer alıyor.

Bağımsız bakanların ne kadar bağımsız olduğunu biliyoruz. Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlığı müsteşarları, 7 Haziran seçimlerinden önce bağımsız statüde kabineye alınmıştı. AKP, son seçim hükümetinde de gücünü sürdürüyor: üç bakan dışındakiler ya doğrudan AKP’li ya da AKP’nin “bağımsız statüdeki” yandaşlarından oluşuyor.

Ama aralarında yabancı görmeye alışkın olmayışlarından olsa gerek, “kabinedeki üç yabancı unsurdan” tedirgin oldukları anlaşılıyor. Daha seçim hükümeti görevine başlamadan, Bakanların azledilmesine olanak tanıyan Anayasanın 109. Maddesinin işletilip işletilemeyeceği telaşına düştüler.

Seçim hükümetinin yapacağı atamaları çok sıkı kurallara bağlayan Başbakanlık Genelgesi de tedirginliklerinin bir başka boyutunu gösteriyor. Ağustos ayının son günü yayımlanan Genelgeye göre bakanlar, çok özel durumlarla sınırlı olarak ve Başbakandan izin alma koşuluyla atama yapabilecekler.

Oysa o denli korkmaları yersiz, çünkü görev süreleri iki ay sonra bitecek. Bu kadar kısa sürede, hiçbir bakan AKP bürokrasisini aşıp atama yapamaz. Üst düzey bürokrat atamaları ise ya Bakanlar Kurulu Kararı ya da Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ilgili Bakanın ortaklaşa imzalayacağı üçlü kararnamelerle gerçekleştirildiği için sorun yok.

AKP’nin aldığı bu önlemler, uzun süreli bir hükümetin kurgulandığı kuşkusuna yol açıyor. Davutoğlu, yalnızca seçim hükümeti olmayacağız demişti. Bunun en güncel örneği öğretmen atamaları: Dün Milli Eğitim Bakanlığı 37 bin öğretmen alacağını duyurdu. 4-10 Eylül arasında başvurular alınacak 15 Eylül’de atamalar gerçekleştirilecek.

Tayyip Erdoğan da, 7 Haziran’da olanlar, 1 Kasım seçimlerinde yaşanmayacak demişti. Bildiğimiz kadarıyla 7 Haziran’daki tek vahim olay, AKP’nin tek başına iktidar olamayışıydı. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, bir şeyler değişmezse, Kasım seçimlerinde de farklı bir sonuç çıkmayacak.

Böyle bir durumda, AKP’den her şey beklenir. Ülkenin bütününde olağanüstü hal ilan edip seçimleri yaptırmamaktan tutun, savaş çıkartmaya değin her yola başvurmaktan kaçınmayacaklardır.

“Şehit olmak” sözünün bir savaş söylemi olduğunu unutmayalım.

***

DANIŞTAY KARARLARI

30.10.1996 günlü ve 1996/3262 sayılı iptal kararı:

“Dosyanın incelenmesinden davacının İçişleri Bakanlığı’nın 29.10.1995 günlü yazısı üzerine aynı günlü Bakanlar Kurulu Karan ile görevden alındığı ve bu kararın 30.10.1995 günlü Resmi Gazete’de yayımlandığı anlaşılmıştır. Kararı veren Bakanlar Kurulu Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak kurulmuş olmakla birlikte 15.10.1995 günü yapılan oylamada Türkiye Büyük Millet Meclisinden gerekli güvenoyu alamamış olması nedeniyle aynı tarihte istifa etmiş ve görev süresi de yeni Bakanlar Kurulu’nun kurulması ile 30.10.1995 gününde sona ermiştir. Görüldüğü üzere davacı hakkındaki karar, hukuken geçerli hiç bir neden gösterilmeden, Bakanlar Kurulu’nun görevden ayrılacağı tarihten bir gün önce ve İçişleri Bakanın aynı gün (Cumhuriyet Bayramı ve pazar günü) yaptığı teklif üzerine alınmıştır.

Parlamenter rejimlerde Bakanlar Kurulunun kurulması ve görevde kalabilmesi, programlarının meclis çoğunluğunun destek vermesine bağlı olduğuna göre, göreve başlarken güvenoyu alamamış veya görevi sırasında güvenoyu verilmeyerek düşürülmüş olan Bakanlar Kurulunun, önem ve özelliği nedeniyle hemen karara bağlanması gereken, geciktirilmesi kamu zararına yol açacak olan veya belli bir sürede yapılmasında yasal zorunluluk bulunan işler dışında, kurulacak yeni Bakanlar Kurulunun programını uygulamasını zorlaştırıcı veya büsbütün engelleyici köklü kararlar almaktan ve geleceğe dönük yükümlülükler yaratmaktan kaçınması: yeni hükümetin kurulup göreve başlamasına kadar geçen sürede ancak günlük-gündelik işleri, her zamanki işleri yapması ve yürütmesi gerekir.

Yukarıda açıklandığı üzere davacının görevinden alınarak merkeze atanmasında hukuken geçerli herhangi bir neden ileri sürülmediğine ve buna ilişkin karar güvenoyu alamadığı için istifa etmiş ve görev süresi bir gün sonra sona erecek olan Bakanlar Kurulu’nca ve olağanüstü bir yöntem izlenerek alınmış olmasına göre, dava konusu işlemin kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilmeksizin tesis edildiği, bu nedenle de maksat unsuru yönünden hukuka aykırı olduğu görüş ve kanaatine varılmıştır.”

Danıştay 5. Dairesinin 10.12.2004 günlü 2004/5187 sayılı Kararı:

“11.1.2002 tarihinden 4.11.2002 tarihine kadar 11 aylık sürede İl Sağlık Müdür Yardımcılığı görevlerine 87 adet atama yapıldığı halde, 3 Kasım 2002 Milletvekilliği Genel Seçimlerinden hemen sonra, (yeni hükümete görev teslimi yapılmadan kısa bir süre önce) 4.11.2002-19.11.2002 tarihleri arasında ve İl Sağlık Müdür Yardımcılıkları görevlerine acil atamayı gerektirecek somut bir nedenin varlığı da ortaya konulmadan, davacıyla birlikte 41 İl Sağlık Müdür Yardımcılığı kadrosuna yapılan atamanın kamu yararı ve hizmet gerekleriyle bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır.

Bu bakımdan yukarıda sözü edilen 76. madde ile memurların naklen atanmaları konusunda idareye verilen takdir yetkisinin ancak Yasanın temel ilkeleri, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması halinde, dava konusu edilen idari işlemin sebep ve maksat yönlerinden hukuka aykırılığı nedeniyle iptalini gerektireceği yerleşmiş yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Ayrıca, davalı idarenin dava dosyasına sunmuş olduğu belgelerden de anlaşılacağı üzere, 11.1.2002 tarihinden 4.11.2002 tarihine kadar 11 aylık sürede İl Sağlık Müdür Yardımcılığı görevlerine 87 adet atama yapıldığı halde, 3 Kasım 2002 Milletvekilliği Genel Seçimlerinden hemen sonra, (yeni hükümete görev teslimi yapılmadan kısa bir süre önce) 4.11.2002-19.11.2002 tarihleri arasında ve İl Sağlık Müdür Yardımcılıkları görevlerine acil atamayı gerektirecek somut bir nedenin varlığı da ortaya konulmadan, davacıyla birlikte 41 İl Sağlık Müdür Yardımcılığı kadrosuna yapılan atamanın kamu yararı ve hizmet gerekleriyle bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır.

Öte yandan, idarenin açık hataya düşerek yaptığı işlemlerini geri alması, kaldırması veya iptal etmesi doğal olup, bu türlü işlemlerin kişiler yönünden kazanılmış hak doğurması da mümkün değildir.”