İşçi hakkını korumak için taşeron desteklemek

Taşeron işçi denildiğinde güvencesiz ve kölelik koşullarında çalışma akla gelir. Devlet, personel gereksinmesini karşılamak için işçi almaz, taşeron adı verilen işçi ağalarını aracı kullanır. Bu yönteme ihale yasalarında hizmet alımı deniyor. Hizmet Alımı sözleşmesi yapıldığında İş Yasasına göre Devlet ile taşeron arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi kurulmuş oluyor.

Taşeron işçileri Devlet hizmeti görürler. Kamuda çalışan üç kişiden biri taşerona bağlıdır. Kamu kurumlarına her işimiz düştüğünde onlarla karşılaşırız. Kimi yerde laborant, hemşire, kimi yerde mühendis, teknisyen, çoğunlukla da temizlikçi, güvenlikçidirler.

Kolay ve ucuz bir işçi çalıştırma yöntemidir. Kolaylığı, taşeronun işçiler üzerinde egemen olabilme gücünden gelir. Devlet, kendi çalıştırdığı işçilerin yasal haklarını taşeronların yaptığı gibi açıkça engelleyemez. Hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak zorundadır. Ücretlerini zamanında ödemek, çalışma saatlerine uymak, yıllık ve sağlık izinlerini vermek zorundadır. Devlet bu nedenle taşeron kullanır. İşçileri baskılama işiyle taşeron uğraşır, Devlet rahat eder. Üstelik hizmet de ucuza gelir. Alt işverenler bu işleri başarabildikleri için %20’ye ulaşan oranlarda kâr payı alırlar. Kazan=Kazan mutluluğu yaşanır.

Ama Devlet, taşeron işçilerin durumlarına üzüldüğünü söyler durur, timsah gözyaşları döker. İşçi düşmanlığında yalan meşrudur. Onların sorunlarını çözmek için yasal düzenlemeler yapıyormuş gibi görünür. Çözüm adına ürettikleri basında müjdelerle sunulur: ücretlerini zamanında alabilmeleri, yıllık izinlerini kullanabilmeleri, bundan böyle Devlet güvencesine alınmıştır.

Oysa bunların hepsi yasalarda zaten yer almaktadır. Sorun uygulamadadır. Taşeron yöntemine yasalarda yazılı olanlar uygulanmasın diye başvurulmakta, mücadeleyle edinilen kazanımlar işçi sınıfının elinden birer birer alınmaktadır. Müjde diye sunulanlar ise taşeron yönteminin yaygınlaştırılması amacını gizleyen düzenlemelerdir.

 Ama her zaman işler düzgün gitmeyebilir. Sözgelişi taşeron işçisinin, çalışırken hakkını arayabilmesi cesaret isterse de, işinden olduğunda yargıya başvurmayacağına kimse güvence veremez. Başvurduğunda ise hem alt işverenin, hem asıl işveren olan Devletin başı derde girer. Çünkü İş Yasasında alt işverenin, asıl işverenle birlikte sorumlu olduğu yazılıdır. Yasaya göre alt işverenin yerine getirmediği yükümlülüklerini devlet ödemek zorundadır. Taşeron, devlet ödedi benim sorumluluğum ortadan kalktı da diyemez. Çünkü Yargıtay Kararlarına göre asıl işverenin sorumluluğu işçilere karşı olan bir sorumluluktur ve sözgelişi kıdem tazminatını ödedikten sonra alt işverene rücu etmesi gerekmektedir.

İşte tam da bunun için Soma’daki maden cinayeti bahane edilerek Eylül/2014’de çıkarılan torba yasayla İş Yasasının 122. Maddesine iki fıkra eklendi ve taşeron işçilerinin kıdem tazminatlarını Devlet öder denildi. 8 Şubat 2015 günlü Resmi Gazetede ise uygulama yönetmeliği yayımlandı. Böylelikle taşeronlar rahatlatıldı.

Bu düzenleme işçiler üzerinde müjde etkisi yaptı. Çünkü özellikle kıdem tazminatlarını alabilmeleri neredeyse aslanın ağzındaydı. Ya işveren değişmiş oluyordu ya da işyeri. İş Yasasındaki; işverenin değişmesiyle işçiye ilişkin bütün yükümlülüklerin yeni işverene devredileceği kuralını uygulatabilmek için yıllarca mahkeme kapılarında sürünüyorlardı. Devlet, taşeronun yükümlülüğünü üslenerek bu sorunu kökten çözmüş oldu.

Dilerim, taşeron işçileri asıl sorumlunun bu sistemi yaygınlaştıran AKP İktidarı olduğunu unutup, çözdü diye şükran borcu ödemeye kalkmaz.