İhale yasalarıyla yolsuzluk önlenebilir mi?

Düzgün bir ihale yasasıyla yolsuzlukların önlenebileceği sanılır. Oysa bu doğru değildir.

İhale yasalarıyla uyulması gereken kurallar düzenlenir. Yasalara göre önce piyasa araştırması yapılır, yaklaşık maliyet belirlenir; sonra ihale yöntemine karar verilir; teklifler alınır; ihale komisyonu “en uygun teklifi vereni” seçer.

Yüklenicilere yarışmanın değil, aralarında anlaşmanın daha cazip geldiği bir ekonomide yasalarla öngörülen bu tür kurallar işe yaramaz. Çünkü her şey kapalı kapılar ardında kotarılır: hangi ihalede kimin ne fiyat önereceği, kimin kazanacağı önceden belirlenir ve oyun, yasanın kurgusuna uygun olarak sahnelenir. İhaleler, yükleniciler arasında paylaşılmıştır ve çoğu kez yasalara aykırı hiçbir şey bulamazsınız. Bu sistemi reddedip bağımsız davranmaya çalışanlar ise ihaleyi kazanmışlarsa bile mal ve hizmetin kabul edilmesi süreçlerinde cezalara boğulur, doğduklarına pişman edilirler.

Türkiye’de olan budur!

İhale çevrelerinde “Pul parası” denilen bir deyim vardır: ihaleyi alacak olanların ötekilere zarf içinde dağıttıkları paraya bu ad verilir.

Bir zamanlar Ankara’daki kamu ihalelerini İnci Baba organize ederdi. Günde 200 zarf dağıtmasıyla övünürdü. Bir ara siyasetle de ilgilenmiş, 1987 yılında milletvekili adayı olmuş ancak seçilememişti. Siyasetteki asıl ününü ise Tansu Çiller için ettiği şu sözlerine borçluydu: “kavun değil ki altını koklayıp iyi mi kötü mü anlayasın.” Mafyanın İnci Babası 1993 yılında öldürüldü.

Pul parası yöntemi bugün geçerliliğini korusa da, İnci Baba gibilerinin manevra alanı epeyce daralmış olmalı. Artık ihalelerin dağıtılması işini, siyasetin merkezi yönetiyor. Siyasetin merkezi sözcüğünün bile yetersiz kaldığını, geçtiğimiz yılda ortalığa saçılan tapeler sonrasında öğrendik.

İhaleyi kazandırmakla siyasetin işi bitmiyor, asıl önemli olan sonrası. Yüklenici, işin yapılması sürecinde de korumaya alınıyor. Devletin denetim işlevi zayıflatıldığı için yapım sürecindeki şartnameye aykırılıklar, kötü imalat ortaya çıkarılamıyor. Dahası, ihaleden sonra ihale koşullarında ya da imar planlarında değişiklikler yapılarak yeni çıkar olanakları yaratılıyor. Devletin birçok kurumuna imar planı yapma yetkisi tanındı. Her kurum kendi planını kendi yapıyor. Belediyelere sorulmuyor bile.

Her şey öylesine gizli tutuluyor ki Tayyip Erdoğan için yapılan sarayın kaç odalı olduğunu ve ne kadar para harcandığını bile tam olarak bilemiyoruz. Bilgi kırıntılarına ulaşabilmek için dedektif gibi çalışmak gerekiyor. Başka ihalelerde de durum çok farklı değil.

AKP döneminde yeni yüklenicilerle tanıştık. Birdenbire büyüdüler ve dev tekellere dönüştüler. Özellikle maden, enerji, turizm ve inşaat gibi bol paralı yatırımlarda hep onların adlarını duyuyoruz. AKP onlardan, onlar da AKP’den besleniyor. Siyaset-Ticaret işbirliği içinde gül gibi geçinip gidiyorlar.

Bu güce bir günde erişmediler elbette. Kamu İhale Yasası 2003 yılında yürürlüğe girmişti. Çıkarılan 34 Yasa ile 80 maddesi değiştirildi. Başka yasalarda da değişiklikler yapıldı. Değiştirilen kuralların sayısı 250’yi aşıyor. Bütün bunlarla adım adım Yasanın kapsamı daraltıldı, esnetildi ve kazanç kapıları siyasetin merkezine sıkıca bağlandı.

İç güvenlik paketindeki kararlılık, bunlar yapılırken de gösterilseydi bugün karşımızda “öncelikle kurtulmamız gereken” bir AKP olmayacaktı.