Hükümet programında neler yazıyor?

24 Kasım günü, Anayasanın 109. maddesine göre; Başbakan bakanlarını seçti, Cumhurbaşkanı atadı. Böylelikle 64. Hükümet kuruldu. Aynı gün, Bakanlar Kurulu listesi resmi gazetenin mükerrer sayısında yayımlandı. Ertesi gün ise Mecliste hükümet programı okundu.

Hükümet programında AKP’nin 1982 değil; 1961 Anayasasıyla hesaplaşmaya çalıştığı gibi bir algı uyanıyor. Ama o konuya sonra değineceğim.

Hükümet programı 162 sayfadan oluşuyor. Yeni atanan bakanların yarım günde neler yapacaklarını kararlaştırıp program hazırladıklarını düşünebilmek için çok saf olmak gerekir. Bırakın yazmayı, çoğu okumamıştır bile.

Aslına bakarsanız bu memlekette, planı-programı umursayan kimse kalmadı. Formalite için yazılıyor. Bakanlar neden okusun? Verilen talimatları yerine getirsinler yeter.

Zaten Programda yeni bir şey de yazmıyor. Eskiden yaptıklarıyla övünüp bunları daha ileri götüreceklerini söylemişler.

Üstelik programda, yaptık diye yazdıklarının tam tersini gerçekleştirdiler. Söz gelişi; “Yeni dönemde de Meclisimiz içinde birlikte çalışma, uzlaşma arayışı ve işbirliğine önem vereceğiz” deniliyor. AKP, hiçbir zaman birlikte çalışma; uzlaşma ve işbirliği arayışı içinde olmadı. Bir tek örnek gösteremezler.

Programın bir yerinde Meclis içinde olduğu gibi Meclis dışında da toplumun bütün kesimlerini kucaklamaya devam edeceğiz; politikalarımızı meslek kuruluşları, çalışanlar, kültür ve sanat insanları, basın ve medya ile katılımcı bir anlayış içinde biçimlendireceğiz diyorlar.

Yaptıklarını sürdüreceklerine göre demek ki, sanatın içine tükürmeye devam edecekler; TMMOB’ni ve odaları daha çok baskı altına alacak düzenlemeler yapacaklar; daha çok gazeteciyi içeri atacaklar.

Programda hukuk devletini güçlendirmeye devam etme sözü vermeyi unutmamışlar. Demokrasinin daha da ilerleyebilmesi için yargıda yeniden düzenlemeler yapılması gerekiyormuş.

Yargıda reforma doyamadılar bir türlü. Beşincisini yapacaklar sanırım. Yargıçların kaderini iktidara bağladılar ama yetmiyor demek ki.

Ortadoğu coğrafyasının kan gölüne dönüştürülmesinde önemli payı olan AKP’nin kendisini barış güvercini gibi gördüğü anlaşılıyor;“bölgemizde ve dünyada barış ve istikrara aktif katkı sağlamaya devam edeceğiz.(…) Türkiye tarihi bir dönemeçte istikrar ve güven adası olmaya devam edecektir.” Kirpi yavrusunu, pamuğum diye severmiş.

Programda “Yönetim Modeli ve Başkanlık Sistemi” başlığı açılmış. Konunun işlenmesindeki kurgu dikkat çekiyor; “23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan birinci Meclis, demokrasi tari­himiz açısından önemli bir referans niteliğindedir” deniliyor. 1923 Cumhuriyetin ilanı ve 1924 Anayasasıyla ilgili bir değerlendirme yapılmamış. 12 Eylül anayasasından da söz edilmiyor. Ama 1961 Anayasasının eleştirilmesine geniş yer verilmiş ve AKP İktidarlarınca bürokrasinin vesayetine karşı verilen mücadele başarıya ulaştıkça demokrasiye yaklaşıldı denilmiş.

Aşağıdaki paragraf, AKP’nin aslında 12 Eylül Anayasasıyla değil; 35 yıl önce yürürlükten kaldırılmış olan 27 Mayıs Anayasasıyla hesaplaşmaya çalıştığı algısı uyandırıyor. Önemi nedeniyle aşağıya aynen alıyorum:

“1960 askeri darbesi sonrasında, bürokrasinin siyaset üzerinde vesayet kurmasını kurumsallaştırmak üzere kurgulanan mevcut sistem, par­lamenter sistem olarak takdim edilse de, parlamenter sistemin asgari demokratik gereklerini karşılamaktan uzaktır. AK Parti Hükûmetleri döneminde, hayata geçirilen demokratik reformlar, vesayete karşı mü­cadelede elde edilen kazanımlar ve Mecliste sağlanan güçlü temsil sa­yesinde, mevcut sistemin zaafları dönemsel olarak aşılarak istikrarlı ve etkin bir yönetim imkânı yakalanmıştır.”

1961 Anayasasında İktidarların dilediklerini yapmalarını kısıtlayan önemli mekanizmalar kurgulanmıştı. Meclis ve Senato seçimleri değişik tarihlerde yapılıyor ve her iki mecliste değişik partilerin çoğunlukları oluşabiliyordu. Bu nedenle de uzlaşma sağlanmadıkça yasa çıkarılamıyordu. Açık deyişle: Diktatörlük yasaklanmıştı.

AKP’nin 2015 yılındaki hükümet programında 1961 Anayasasıyla hesaplaşmaya yer ayırmasının dikkate değer olduğunu düşünüyorum.