Halk ne ister?

İnsanoğlu, Devletine güvenmek ister; Ülkesinde kul ya da müşteri değil, vatandaş olmak ister; işi, aşı olsun; geleceği güvencede olsun; huzuru olsun ister. Adaletli bir yaşam ister. Haksız yere mahkemeye düşmüşse, yargıcın vicdanına güvenmek ister.

Ama bir rivayete göre Türkiye’de halk bunları boş vermiş, idamın geri getirilmesini istiyor. Mezhep ve etnik ayrılıkların, insanların ötekileştirilmesinde kullanıldığı bir ülke istiyor. Daha 4 yaşına yeni erişmiş çocuklarına, din eğitimi adı altında bir dolu hurafe öğretilmesini istiyor. Haksız savaşlarda çocukları ölenlerin “şehit ana babası olmalarıyla” onur duymaları, mutlu olmaları isteniyor.

Ve en kötüsü, bu anlatılanlara inanmamız isteniyor.

Demokrasi adına, “Cumhurbaşkanlığı sistemi” adını verdikleri, Dünyada eşi menendi olmayan garip bir yönetim biçimi icat ettiler. Sistem kısaca şöyle işliyor: yasama, yürütme ve yargı erkleri tek bir kişide toplanıyor. Meclisin siyasi denetim yapması yasak. İdarenin dış denetimi var gibi ama aslında yok. Başkişiyi ve seçtiği Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlarını, suç işlemiş bile olsalar, ağzınızla kuş tutmadıkça, yargılayabilseniz bile cezalandıramıyorsunuz.

İşte bizlerden bütün bunları anayasa kuralına dönüştürebilmeleri için onay vermemizi istiyorlar.

“İsteyenin bir yüzü kara” diye bir söz var. Onca çabalarına karşın, toplumu istedikleri kıvama getiremedikleri anlaşılıyor. İşlerinin Meclisteki kadar rahat yürümeyeceğini gördüler, telaş içindeler.

Şimdi zaman kazanmaya ve bu arada çare bulmaya çalışıyorlar. Gece sabahlara kadar meclisi çalıştırıp iki günde Anayasa değişikliğini kabul ettirdiler, on gündür imzaya gönderemiyor, bekletiyorlar.

Ne kadar işlerine yarar bilinmez ama bu arada Osmanlı hanedanından da bir destek geldi. Abdülhamit’in 5. kuşaktan torunu olarak tanıtılan Nilhan Osmanoğlu adlı bir hanımefendi; “Parlamenter demokrasi canımıza yetti” diyor. Parlamenter demokrasi olmasaymış ne Menderes asılır, ne de Özal zehirlenirmiş. Kenan Evren’in, “bir sağdan bir soldan astık” dediği o gençler de parlamenter sistem yüzünden gitmişler.

Ne nedenle olursa olsun ölüm cezasının savunulabilir bir yanı olamaz. Hele siyasi gerekçelerle ölüm cezası verilmişse bin kat daha kötü. Siyasetçilerin zehirlenerek tasfiye edilmesi ise tek sözcükle iğrenç.

Abdülhamit’in torunu Nilhan Hanım Parlamenter sistemden yakınır elbette. Olası ayrıcalıklarından yoksun kaldığı için üzülüyordur. Keşke daha inandırıcı gerekçeler bulabilseymiş, belki de işe yarardı.

Menderes’in ölümle cezalandırılmasıyla parlamenter demokrasi arasında nasıl bir bağ olduğunu anlamak kolay değil. En tutarlı gerekçe şu olabilir: Menderes, özellikle son dönemlerinde parlamenter demokrasiye neredeyse savaş açmıştı. “Odunu aday göstersem mebus seçtiririm” sözleri bugün bile anımsanır. Mecliste, mebuslarından oluşan tahkikat komisyonları kurmuş, kendisine muhalif olanları yargılatmaya başlamıştı.  Üniversite hocalarına; “kara cübbeliler” demesiyle de ünlüdür.

Özal için de benzer sözler edilebilir belki. Çünkü o da Meclisi ve bakanlar kurulunu pek umursamıyor, ekonomiyi 5 kişi ile yönetiyordu.

Kenan Evrenin “asmayalım da besleyelim mi?” tavrı ile Parlamenter demokrasi arasındaki bağ hiç anlaşılmıyor: Adam o lafları ettiğinde parlamentoyu ortadan kaldırmıştı.

Parlamenter sistemlerde, “siyasiler”  öldürülmezler. Buna gerek de yoktur. Çünkü denetim; yargı ve seçim gibi sistemi güvenceye alan kurumlar oluşturulmuştur.

Nilhan hanım, siyasette öldürmeler ve entrikalara örnekler arıyorsa, öncelikle Osmanlı hanedanına bakmalıdır. Osmanlı tarihinin, tahta çıkabilmek ve orada tutunabilmek uğruna işlenmiş baba, oğul, kardeş, amca, yeğen cinayetleriyle dolu olduğunu görecektir. Rakip olabilecek hanedan üyelerinin, zamanı geldiğinde, duruma göre ya öldürülmek ya da tahta çıkarılmak üzere, ellerinin altında olsunlar diye, kafeslere, zindanlara konulduğunu ve yıllarca; “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” koşullarında yaşatıldığını görecektir. Padişahların da geleceklerinin güvencede olmadığını, üçte birinin azledildiğini ve bir bölümünün öldürüldüğünü görecektir.

Referandumda ne istediğimizi açık ve net biçimde ortaya koyamazsak, bu tür saçmalıklara ve sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağız.