Geçmişin hesabını kimden soracağız?

Ülke, 10 Haziran ile 24 Kasım arasındaki 167 gün süresince, Meclisin denetleme yetkisinden özenle kaçırılan ve siyasal açıdan hesap verme zorunda kalmayacağını bilerek davranan, iki ayrı hükümet eliyle yönetildi. Birincisi, seçim sonrasında yenisi kuruluncaya değin görev yapmak üzere geçici görevlendirilmişti. İkincisi ise ülkeyi seçime götürmek üzere 28 Ağustos günü oluşturulmuştu.

Davutoğlu başkanlığındaki her iki hükümet de, AKP’ye tanınan bu fırsatı olabildiğinde değerlendirdi. Ne yasaları, ne gelenekleri, ne etik kuralları, ne de yargı kararlarını umursadı. Zorunlu ve gecikmesinde sakınca olacak işlerle sınırlı yetki kullanması gereken geçici hükümetler, binlerce personel atadı; yüzlerce acele kamulaştırma; kentsel dönüşüm kararları aldı; özelleştirmeler yaptı; Bakanlıkların yönetmeliklerini değiştirdi.

Bu arada, dün düşürülen Rus uçağının, seçim için kurulan önceki hükümetin sorumluluk dönemine rastladığını unutmayalım.

Ülkeyi, 167 gün boyunca geçici hükümetler eliyle, babalarının çiftliği gibi yönettiler ve yetmez gibi bir de savaşa sokmaya çalıştılar.

Geçici hükümetlerin bu yaptıklarının hesabını sorabilecek miyiz?

Bundan sonra geri dönüp geçmişin siyasal anlamda hesabının sorulabilmesine olanak yok. Meclisin, hükümetleri denetlemek için kullanabileceği en etkili yol; gensoru. Gensoru verip, görevi zaten bitmiş olan bakanların düşürülmesini mi isteyeceksiniz: Bunu yapanla dalga geçerler.

Yukarıda yapılan değerlendirmelerde bir terslik olduğu dikkatinizi çekmiştir: Mecliste 13 yıl boyunca hiçbir hükümet denetlenmedi, 167 günün hesabı soruluyor.

Elbette 167 günün peşinde değilim. Ama ikisinin arasında önemli bir fark var.

AKP, 13 yıl boyunca, hükümetlerin denetlenmesi amacıyla muhalefetin verdiği bütün çabaları, sayısal üstünlüğüne dayanarak püskürttü. Ama hiç olmazsa Anayasanın 98, 99 ve 100. maddelerinde öngörülen denetim yollarına başvurulabiliyordu. Sonuçta AKP çoğunluğunca reddedilse de Meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis soruşturması için verilen önergeler komisyonlarda ve genel kurula tartışılıyor, eleştiriler topluma mal edilebiliyordu.

Geçtiğimiz 167 günde “göstermelik” bile olsa böyle bir olanağın kullanılmasına izin verilmedi.

Şöyle bir soru akla gelebilir; “nasıl olsa aklanacağına göre, denetlesin diye ısrar etmenin ne önemi var?”

Şu nedenle önemli: Bir ülkenin Anayasasında cumhuriyet, demokrasi gibi terimlere yer verilmişse, o ülkede büyük bir olasılıkla, aydınlığı savunan, hükümetin manevra alanını daraltma gücü olan çok sayıda kişi yetişmiştir. Siyasal iktidar onları kızdırırsa başı derde girebilir; örgütlenmeleri ise sonunu getirir. Bunu önlemenin en kestirme yolu yasalara uygun davrandıklarına halkı ikna edebilmelerinden geçer ve bu nedenle de ödün vermek zorundadırlar.

Ancak bu sözlerin, Türkiye Cumhuriyeti için geçerliğinin kalmadığı anlaşılıyor. Çünkü AKP’nin ülkeyi yönetmek gibi bir derdi yok. Pazarını ve bütün zenginliklerini tekellere daha elverişli ortamda sunabilmek amacıyla Ülkeyi yeniden biçimlendirmeye çalışıyor. Yapmaya çalıştığı köklü dönüşümlere çok sayıda direnen var ve direnç odaklarını kırabilmek için çoğu kez zorbalığa, eşkıyalığa başvurmaları gerekiyor.

Devletin kolluk gücünü kullanmanın sınırları var. Hem iç, hem de dış dünyada sorunlara yol açıyor. Bunun için, Osmanlı Ocakları gibi sivil yapılar oluşturdular. Sıkı militanları var. Geçim sorunlarına değmeyen konularla ilgileniyorlar ve ülke zenginliklerinin pazarlanmasını umursamıyorlar. Bunlar TV dizilerinde; “milli manevi değerlerimize; ecdadımıza karşı yanlış yapanları bulmak ve cezalandırmak” gibi işlerle uğraşıyor, topluma korku salıyorlar.

Ancak baskının da sınırları var. Halkın sonuna kadar zorbalara teslim olduğu bir dünya düşünülemez. Bu nedenle de davranışlarına yasallık kazandıracak bir yapı kurgulamayı ihmal edemiyorlar.

Başkanlık sistemi, amaçlarıyla örtüşüyor. Ama toplumun bu boyuttaki bir dönüşüme henüz hazır olmadığı ortaya çıktı. Olgunlaşıncaya kadar, benzer olanaklar sunan, olağanüstü hal uygulamasıyla yetinmek zorunda kalacaklar. Rus uçağının düşürülmesi sonrasındaki gelişmeler ve Tayyip Erdoğan’ın şiddet dolu söylemine bakılırsa, kısa bir süre içinde bu yola başvuracaklar.

Olağanüstü hal dönemlerinde Bakanlar Kurulu’na, temel, siyasal ve kişi hakları ile ödevlerini de kapsayan alanları düzenlemek üzere KHK çıkarma yetkisi tanınıyor. Ayrıca bakan ve valilerin idari işlemlerine karşı açılacak davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemiyor. Hükümete gerçekten de olağanüstü yetkiler sunuluyor.

Devlet, herkesin gözleri önünde adım adım çökertiliyor ve parlamento muhalefetinden hayır yok. Daha dün, ana muhalefet partisinin lideri, eleştirmek için aceleci olmayalım hele bir icraatlarına bakalım anlamına gelen bir söz söyledi. Ne yapacakları sır sanki: 13 yıl ne yaptılarsa bin beterini yapacaklar. HDP’nin ise emperyalizm ile görülecek hesabı yok. Kürt halkına, kendi egemen sınıflarına bağlı bir özgürlük vaad ediyor.

Kısacası İş bize düşüyor.