Düzen içi siyasetle yok edicilerden kurtulunur mu?

Sümerbank’ı işaret ettiler; "devlet bez mi üretir?" dediler. Ziraat Bankası’nı, Halkbank’ı, gösterdiler; "Bankacılık devletin işi değil" dediler. Tütün sağlığa zararlı, içki günahtı, devlet bunları neden üretsindi? TKİ, TEK, TMO, EBK, BOTAŞ, Etibank, Demiryolları, PTT gibi KİT’leri gösterdiler; "Devlet bunları etkin ve verimli biçimde yönetemez" dediler. Devlet hantaldı ve kadrolarını siyasetçiler dolduruyordu. Hastaneleri-okulları gösterdiler; "Para kazanılamazsa hizmet sürdürülemez" dediler.

Her şeyin en iyisini ve ucuzunu sadece özel sektör yapabilirdi.

Devlet kürek çekmez, dümen tutar, izler ve denetlerdi. Her yerde bu böyleydi.

Kamunun elinde ne varsa özelleştirilmeliydi. KİT’ler birer karadeliğe dönüşmüştü; zararlarını halkın sırtına yıkmakla haksızlık ediliyordu.

Kamu varlıkları, işletmeleri, özelleştirildiğinde sermaye tabana yayılır, herkes kazançlı çıkardı.

Ülke ekonomisi dünya ile uyumlu hale getirilmeliydi. İhracata yönelmeliydik.

Kamu hizmeti anlayışı da değişmeliydi; herkes aldığı hizmetin parasını ödemeliydi. Adil olmak bunu gerektirirdi.

Devletin yapısı da çağa uyarlanmalıydı. Etkin ve verimli bir yönetim hedeflenmeliydi.

Bir yandan da “mukayeseli üstünlükler” dedikleri bir kavramı parlatıyorlardı: Her ülke, neyi ucuz üretebilecekse onu üretsin, kalanını başkalarından alsın diyorlardı. Uzmanlıklar oluşur, her şey daha da ucuzlardı.

Dünyanın dev tekellerinden neden korkuyorduk ki; küreselleşme çağında yaşıyorduk. Onların sayesinde Devletlerin ve sınırların önemi giderek azalıyordu. Dünya vatandaşlığı düşü gerçekleşiyordu. Dahası, barışın güvencesiydiler. Çünkü çok sayıda ülkede yatırımları vardı ve aralarında savaşa girişirlerse işleri bozulurdu.

Uzatmayalım: On yıllar boyunca bu zırvaları dinledik. Dünya Bankası anlattı; İMF anlattı; OECD anlattı… TÜSİAD kendine düşeni layığınca yaptı; yayınlarıyla, “çağımızın gerçeklerini” kafamıza çaktı.  Elbirliği ile akademiyi ve bürokrasiyi “eğittiler.”

İyi eğitilmişlerdi, bilimi dillendiriyorlardı ve ağızlarından bal akıyordu.

Çoğumuz inandı! Hemen değil, zaman içinde. Özümsedik, sindirdik. Bu arada ülke, istedikleri doğrultuda ağır ağır dönüştürülüyordu.

Gözümüzü açtığımızda, ülkenin bütün zenginliklerinin ya doğrudan ya da “yerli” denilen, yurt içinde konuşlanmış tekeller aracılığıyla emperyalizmin yağmasına sunulduğunu gördük.

Kâr eden KİT’ler, üç kuruşa satılmıştı. Zarar edenlerini kimse almayacağı için devasa yatırımlar yapılıyor, parçalanıyor, şirkete dönüştürülüyor; kâr edebilecekleri ortam hazırlanıyordu.

Hiçbir şey üretemiyorduk. Bir zamanlar beğenmeyip reddettiğimiz: “çevre ülkelerin kasabı, manavı, bakkalı” da olamamıştık. En temel besinlerimizi dışarıdan alıyorduk. Köylü, uluslararası tekellerin kucağına atılmıştı.

Neyi tüketeceğimize bile dev tekeller karar veriyordu. İhtiyaçlarımızın neler olduğunu AVM’lerde öğreniyor; sunduklarının arasından seçiyorduk.

Milli diye, elimizde kala kala Sivas kangalı kaldığı esprileri yapılıyordu.

Dünyayı betonla sıvadıkça açlığını gideren bir canavar türü ortaya çıkmıştı. Yollar, köprüler….yapıyor, maden çıkaracağız diye her yeri kazıyorlardı.

Yaşamaları doğanın yok edilmesine bağlıydı.

En kötüsü, çıkar ağlarının içine bizler de girmiştik. Ahlakımız bozulmuştu: tükettikçe mutlu oluyorduk. Vandalların, yok edicilerin gönüllü kölesi olmak; üretim süreçlerinin bir yerlerinde, işçi; alt işveren; KOBİ gibi sıfatlarla yer kapmak zorundaydık.

Yaşayabilmek için zehir üretmesi gereken bir insan türü olup çıkmıştık.

Üstelik bize söylediklerinin hiçbiri gerçekleşmemişti. Emeğimiz ucuzlamıştı sadece.

Dev tekellerin, barış güvercini değil; savaş nedeni olduğunu görüyorduk. Silahlanmaya her yıl trilyonlarca dolar harcıyorlardı. Hepsinin elinde Dünyayı onlarca kez yok edecek silahları vardı. Ortalık kan revan içinde kalmıştı. Dünya vatandaşlığı, yalan çıkmıştı. Devletler, önemlerini yitirmek bir yana, güçlenmeye çabalıyordu. Çünkü tekellerin, güçlü devletlere; güçlü ordulara; güçlü istihbarat örgütlerine gereksinmesi vardı.

AKP, emperyalizmin gereksinmelerini karşılamak amacıyla kurulmuştu ve görevini 15 yıl boyunca başarıyla yürüttü, ancak yıprandı, zorlanıyor.

Düzen içi siyaset için, yeni bileşimler aranıyor.

Herkes gibi AKP’ye bizim de itirazımız var ve kurtulmak istiyoruz. Ancak düzen içi arayışlarda yokuz. Düzen içi arayışların nasıl sonuçlandığını gösteren çok sayıda örneğimiz var.

Üstelik kavgamızı, kapitalizmin/emperyalizmin siyasal örgütlenmeleriyle sınırlandırmak bize yakışmaz.

Çünkü bizim, sınıf gözlüğümüz var.