Cehalet üzeri deprem

Ne zaman toplumu derinden yaralayan bir felaket olsa, Diyanet Başkanı ya da şürekasından birileri herkesten önce koşturup fetva vermeye gidiyor. O zaman anlıyoruz ki işimiz Allah’a kalmış…

Elâzığ depremi sonrasında da öyle oldu. Başkan sayesinde, yitirdiklerimizin “İslam fıkhına göre hükmen şehit” sayılacağını ve sorgusuz sualsiz doğrudan cennete gideceklerini öğrendik. İçimize su serpildi.

Bu arada; “binaları sağlam yapmanın bir kulluk vazifesi olduğunu” da öğrenmiş olduk.

Cennet fırsatını kaçırdık diye kimse üzülmesin. Uyuyan faylar uyandı; kentler çürük yapılarla dolu; gökdelenlerin her birinde orta halli bir ilçe nüfusu kadar insan yaşıyor ve depremden kaçacak yer bırakmadılar. İsyankâr olup tanrıyı kızdırmazsak eğer, hazırlıklı olalım. Tez zamanda toplu seyahatlerden birine katılıp gideriz belki de.

Yukarıda yazdıklarım, konunun sulandırılması olarak algılanmasın. Eksiksiz bir saptama yapmaya çalıştım: Bunlara inanmamız isteniyor.

Tayyip Erdoğan, sosyal medyadaki eleştirileri savuşturabilmek için; “depremi durdurabilme şansımız yok” gibi bir cümle kurdu. Oysa kimse neden durdurmadın diye suçlamamıştı; bilimi neden dışladınız diye sormuşlardı.

Fay hatları üzerindeki devasa yapıların; demirinden, çimentosundan çalındığı için yıkılan kamu binalarının; yasalarla meşrulaştırılan kaçak yapıların; paraları nerelere harcadıklarının hesabını istiyoruz sadece.

Önce Diyanet Başkanı yanıtladı soruyu; sabır öğütledi. İmtihan oluyormuşuz… Kocaman bir sıfır verelim kendisine.

Ne yazık ki ülkeyi yöneten kadroların bilimle işi yok. Tayyip Erdoğan da benzer şeyler söyledi; “…Böyle bir imtihanı milletçe hep sabırla eda etmiş bir milletiz. Bu konuda Müslüman olmanın, bu noktada teslimiyetin hep en güzel örneklerini vermişiz…”

AFAD ne için kurulmuştu?

Kurumlar göstermelik kuruluyor. Örgüt yapısının verilen görevleri taşıyabilecek güçte olup olmadığını kimse umursamıyor. Böyle olunca kamuda, ayağı yere basmayan bir dolu yemlik işlevi gören kurum oluşuyor.

Afet işleri, Başbakanlık, İçişleri ve Bayındırlık bakanlıklarına bağlı üç ayrı genel müdürlük eliyle yönetiliyordu. Daha etkin yönetilsin diye 2009 yılında Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) altında birleştirildi. Şimdi 4 sayılı CBK’nın 30-56 maddelerde öngörülen kurallara göre ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak yönetiliyor.

Kurallara uyulsa, deprem konusunda Japonya’dan önde olurduk.

Hiç kimse AFAD’ın onaylamadığı bir yere ve projeye karşı duramaz, çivi bile çakamazdı. Çünkü 36’ncı maddesinde; Planlama ve Risk Azaltma Dairesi Başkanlığı’na şöyle bir görev veriliyor; “Zarara uğraması muhtemel yerlerin plan, proje ve imar esaslarını belirlemek”.

Ama bu tür kurallar uygulamada hiç işe yaramıyor. Ne AFAD’da onu yapacak, uygulayacak güç ve yürek ne de görevini sorgulayacak bir irade var.

Deprem sonrasındaki görevlerini bile yapamadığını gördük.

Strateji planları ne için hazırlanır?

AFAD, ilki 2013-2017; ikincisi 2019-2023 arasını kapsayan iki strateji planı yayımladı.

Son strateji raporunda yeni bir afet yönetimi modeli uygulamaya konulduğu, önceliğin kriz yönetiminden, risk yönetimine verildiği belirtiliyor. Depremi yaşayanlara yeni modelden memnun olup olmadıklarını soralım, bakalım ne diyecekler.

2019 yılında hazırlanan [2019-2023 Stratejik planında] yazılı şu sözlerin ne kadar boş olduğu daha aradan birkaç ay geçmeden ortaya çıktı; “Afete hazır Türkiye… Afetlere dirençli toplum…” 

Planda çok iddialı sözlere de rastlanıyor. 6.3.3. Afet Esnası ve Sonrası başlığı altında; “Afet ve acil durumların sıfırıncı dakikasından ilk 72 saate kadar …tüm Türkiye’nin tam hazır olması…hedeflenmektedir” deniliyor. Sıfırıncı dakikadan değil ama ilk birkaç saat içinde telefon mesajlarıyla para toplamaya başladıklarını biliyoruz. Dün basında bu yöntemle yaklaşık 50 milyon lira toplandığı yazılmıştı. GSM operatörlerine ne kadar para kazandırıldığı sorgulansa iyi olur.

Sırası gelmişken strateji planında hizmet binaları için 2,5 milyar lira harcanmasının öngörüldüğünü yazalım. Geleceğe not düşmüş oluruz.

Deprem sigortası DASK’ı unutursak olmaz. Faaliyet raporlarından, Türkiye’deki 17,6 milyon konutun 8,8 milyonunun sigortalı olduğunu; 9 milyar 441 milyon lira toplandığını ve satışların 32 sigorta şirketi eliyle yürütüldüğünü yazıp bitirelim. Demek ki yaklaşık 10 milyar liralık daha “prim pazarı” var. Onun peşindeler.