Böyle devlet mi olur?

Bir devlet, “meşruti krallık”, “cumhuriyet” gibi unvanlar taşıyorsa eğer, yerleşik gelenekleri; beğenirsiniz beğenmezsiniz, yasalar ya da benzeri düzenleyici metinlerle belirlenmiş kuralları olur ve bunlar her gün, her an değiştirilmez. Sabah kalktığınızda bambaşka bir Devletle karşılaşmazsınız.

Türkiye Cumhuriyeti, yukarıda sıralanan ilkelerin, tanımların hiçbirine uymuyor.

Örgüt yapısını düzenleyen yasalar, özellikle 2011-12 ve 2017-18 yıllarında yüzlerce/binlerce kez değiştirildi. Değiştirme işlemi bütün hızıyla bugün de sürdürülüyor. En temel kurumlarından bile yoksun bırakıldı. Kapalı kapılar ardında daha neler kotarıldığını, başımıza ne tür çoraplar örme hazırlıklarının yapıldığını bilemiyoruz. Dün yasalara aykırı olan bir uygulama, bir bakıyorsunuz bugün yasanın gereği oluvermiş.

Yasama yetkisini parçalara ayırıp, devletin örgüt yapısının değiştirilmesine ilişkin olanlarını cumhurbaşkanına verdiler. Yargıyı cumhurbaşkanı biçimlendiriyor. Para edebilen bütün değerler, Cumhurbaşkanının tek başına yetkili olduğu Varlık Fonu adı verilen bir cüzdanda toplandı. Kaybettim dese yapacak bir şey yok. Hükümet etme yetkisi de daha az beter değil: Her şey serbest ve siyaseten sorgulayabilecek bir kurum öngörülmüyor.

Ülkeyi Kaf Dağının ardındaki görünmez bir güç yönetiyor sanki.

Keşke bütün bu olumsuzluklardan bir seçim başarısıyla kurtulabilseydik; “Her şey ne kadar güzel olurdu…”

Yerel seçimlerde AKP’nin geriletilmiş olmasının önemini yadsıyamayız elbette. Herkesin dikkati yolsuzluklar ve yandaşlara sağlanan çıkarlar üzerinde yoğunlaştı. İyi de oldu! Ama unutmayalım; bunların hiçbiri, yeni seçilen belediye başkanlarının çabaları sonucunda ulaştıkları bulgular değil. Hepsine yıllardır Sayıştay raporlarında, belediyelerin faaliyet raporlarında yer veriliyor. Dahası, kararların alındığı belediye meclislerinde Millet İttifakını oluşturan partilerin üyeleri de görev yapıyordu.

Seçildikleri için sevinelim ama; “daha önceleri neredeydiniz?” diye sormayı da ihmal etmeyelim.

DEVLETİN YÖNETİM ANLAYIŞINI BİLKENT ŞEHİR HASTANESİ ÖRNEĞİ ÜZERİNDEN OKUYALIM:

Bilkent Şehir Hastanesi, CCN inşaat ile DIA Construction ortaklığınca yapıldı. Finansmanı için yerli/yabancı 8 bankadan hazine garantili 890 milyon avro kredi bulundu. Dünyada tek parçada yapılan en büyük hastane; Türkiye’de sağlık alanında yürütülen en büyük Kamu Özel Ortaklığı projesi gibi ünlerin sahibi. Yılın en iyi altyapı finansmanı; en iyi sendikasyon kredisi; Project finance international anlaşması gibi ödüller de verilmiş.

Bir milyon 312 bin m² kapalı, 250 bin açık alanda kurulmuş hastanede 3 bin 800 yatak 735 poliklinik; 128 ameliyathane var. Günlük kirası 3 milyon liraymış. Ayrıca müşteri garantisi de veriliyor. Şimdilik günde 8 bin dolayında hasta geldiği belirtiliyor. Yerleşkede bu yoğunluktaki müşteriye hizmet verecek sayıda otel, servis konutları, ofisler, mağazalar, ticari alanlar yapıldı. Bunların hepsini hastaneyi yapan ve Devlete 25 yıllığına kiraya veren ortaklık, kendi adına işletecek.

Hastaneyi CCN ile DIA ortaklığı yaptı ama yolunu devlet yapıyor. Seçimlerden önce Ankara Büyükşehir Belediyesi ile 800 milyon liraya anlaşmışlar. Yol yapılmış, Mansur Yavaş’ın söylediğine göre 200 milyon lirasını “bir şekilde halletmişler.” Kalan 600 milyon lirası için Hazine taşınmazı verelim demişler. Belediye devredilen taşınmazları hemen ilan verip satışa çıkarmış. Ama taşınmazların daha önceden TOKİ’ye devredildiği ortaya çıkmış.

Devlet, neresinden baksanız dökülüyor. Merkezi yönetimden başlayalım: 

Hastane dere yatağına yapılmış, daha Mart ayında su basmış; ölçeği çok büyük; kira bedeli abartılı; işletmecisi daha çok kazansın diye ticari alanlar çok geniş tutulmuş. Etlik Şehir Hastanesiyle birlikte 7 bin 300 yataklı sağlık kompleksi kurulması için kentin değişik semtlerindeki 7 bin 150 yatak kapasiteli 11 hastane kapatılıyor. Kentin merkezinde kaldığı için kapatılan hastanelerin arsa değeri çok yüksek ve kıyasıya bir paylaşım mücadelesine girişildiği anlaşılıyor, kapanın elinde kalacak. Merkezi yönetimin belediyeye vereceğim dediği taşınmazları daha önceden TOKİ’ye vermiş olması da cabası: tam bir batık tüccar davranışı.

Birileri; “Devletin parası egemenlik hakkının önemli bir göstergesidir. Borcunu neden parayla değil de arsa vererek ödüyorsun?” diye sorsa iyi olur. Bu işi çok sevdiler ve giderek boyutlanıyor. Son 1,5 yılda yaptırılan okullar karşılığında yüklenicilerine verilen arsaların bedeli bir milyar liraya ulaştı.

İşin belediye ile olan kısmına bakalım: 

Ankara Büyükşehir Belediyesinin yeni yönetimi, kamu yararına ve şehircilik ilkelerine uygun olup olmadığına bakma gereği bile duymadan derhal satışa çıkarmış. Parayı alsaydım metroyu birkaç kilometre daha uzatır, ulaşımı rahatlatırdım diye yakınıyor. Satılacak arsaların üzerine dikilecek yapılarla gelecek nüfus yoğunluğunun yeni metroların/yolların yapılmasını gerektireceğini ve bunun bir sarmala dönüşeceğini düşünmüyor.

Kapitalizmin sunduğu seçeneklerle güzel günlere kavuşamayız.