Beton imparatorluğu nasıl kurtulur?

İnşaat sektörü, on yıllarca kalkınmanın lokomotifi olarak görüldü. Başka sektörlere oranla çok daha büyük tutarlarda ve çeşitlilikte malzeme kullandığı için, genişletici etkisini ekonominin her alanında duyumsatıyordu.

Sektörde iş yapan patronlar, Milli Gelir içindeki doğrudan payının %8; bağlı sektörlerle birlikte %30’lara ulaştığını söyleyip övünüyorlardı. İnşaat sektörü, milli gelir artış hızının iki katı büyüyor ve ülkeyi yukarıya doğru çekiyordu.

Jenerik etkisi yalnızca demir, çimento, mobilya gibi alanlarda sınırlı da değildi. Kentlerde, kırsalda, kıyılarda yeni rant alanları yaratılıyor; ayrıca turizm vb. sektörler canlanıyordu.

Bahar, kışa döndü; sektör, 2018 yılı üçüncü çeyreğinde %5,26 küçüldü. Yükseleceğine ilişkin bir belirti de görülmüyor.

Jeneriği yüksek olan sektörlerin herkesçe bilinen kötü bir özelliği var: Küçülürken çok daha fazla yıkıcı oluyorlar.

İnşaat sektörü, üretirken kaynak bulmak, satarken talep yaratmak diye tanımlayabileceğimiz iki temel sorun barındırıyor içinde. Bunları çözmek, devleti yönetme yetkisini tek başına ellerinde tutan AKP kurmaylarına düşüyor. Ancak bu pek kolay değil.

AKP, bu iki sorunu çözmekte yetersiz kalıyor, ama çabası takdire değer görülüyor. 

Bu yüzden de güçsüz bırakacak davranışlardan/eleştirilerden ellerinden geldiğince kaçınıyorlar: Onların dünyasında güçsüz iktidarlar kimsenin işine yaramıyor.

Meclisin işlevsizleştirilmesine, Cumhurbaşkanına “yürütme organı” unvanı verilerek her konuda tek yetkili yapılmasına tepki duyan, eleştiren patrona bu yüzden rastlanmıyor. Tam tersi, başka ülkelerde de uygulanan bir yönetim biçimi gibi algılanmasını sağlayacak terminoloji üretiyorlar. Onlara göre Türkiye’de, ülke gerçekleriyle barışık, “ekonominin tek elde toplandığı” bir yöntem uygulanıyor.

Oysa yeni düzen, ülke gerçekleriyle uyumlu olsun diye değil patronlara daha yakın olunsun diye kotarıldı. Burjuva anlamında bile demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Patronlar yazılı olmayan ama herkesçe bilinen kurallara uymak koşuluyla, yasalardan, idare hukuku kurallarından, yargıdan, bilimsel gerçeklerden çok daha güçlü, hepsinin üzerinde konumlandırılmış birtakım yöneticilere dertlerini aktarabiliyorlar. Anlaşma sağlanmışsa bürokrasiye, yargıya, bilimsel ölçütlere takılmadan sorunları derhal çözümleniyor.

Türkiye Müteahhitler Birliği’nin hazırladığı 2018/Temmuz inşaat sektörü analizinde yönetim biçiminden övgülerle söz ediliyor. Albayrak’ın “piyasa dostu” mesajları övülüyor; iş dünyasıyla kurduğu ilişkiler sayesinde piyasaların toparlandığı belirtiliyor; ekonominin orta-uzun erimde ayağa kalkıp, eskisinden çok daha olumlu bir konuma geleceğine olan inançları dile getiriliyor.

Ekonomilerini insanlarının mutluluğu üzerine değil de betonun yükselmesi üzerine kurmuş olan ülkelerde siyasal iktidarlar, patronlara “paydos” diyemez. Ne yapıp edip sorunlarını çözmek, tıkanan noktaları açmak, kaynak ve müşteri bulmak zorundalar.

Kapitalizmin dünya ölçeğindeki krizi, ülkeye yansıması, iktidar bloğunun bileşenleri arasında bitmeyen rant paylaşım mücadeleleri gibi bir dizi nedenle AKP zorlanıyor.

Dilerim başaramazlar. Yoksa, daha büyük yapılar; daha yoğun nüfusla karşılaşacağız; daha çok zehir tüketeceğiz; doğa, daha çok kirlenecek.

İnşaat sektöründe yaşanan sorunlar ve çözüm amacıyla geliştirilen yöntemlere kısaca göz atmakta yarar var. Bu arada en büyük sorumlunun AKP iktidarları olduğu gerçeğini de sergilemiş oluruz. 

Kaynak / Kredi sorunu

Konut sektörü kredileri uzun vadelerde geri döner. Oysa bankaların topladığı mevduat, kısa vadeli tanımına giriyor. Ortalama 45 gün vadelerle toplanan paralarla 5 yıl 10 yıl vadeli konut kredilerinin finanse etmeye çalışan bankalar batar. Batmayışlarının nedeni kredi faizlerinin yüksekliğindendir. Ama faizler yüksek olunca da müşteri gelmiyor; sektöre istedikleri kadar para akıtamıyorlar.

Bu sorunu aşmak amacıyla son günlerde bir aldatma yöntemi geliştirdiler. Tam Zihni Sinir projesi. Şöyle işleyecekmiş: Diyelim ki bankalardan biri aylık yüzde 1,78 faiz oranıyla konut kredisi verirsem zarar etmem dedi. Satın almak isteyenler konut yapan ve satanlarla anlaşıp bankaya gelecek; banka yüzde 0,98 ile kredi vermiş olacak, üstünü satıcı karşılayacak. Kimseler hesap bilmiyor sanıyorlar: Arada iki kat faiz farkı var. Satıcı fiyata yansıtmamışsa eğer, ayda %1’e yaklaşan faiz oranını nasıl ve hangi kaynaklarıyla karşılasın? Bu tür önerileri geliştirenler ya hesap bilmiyor ya da alemi akılsız sanıyor.

Yeni kaynaklar arıyorlar 

(İller Bankası, Emlak Katılım Bankası, Emlak Konut GYO ve Belediyelerin kaynakları)

İller Bankası gelirlerinin yarısını ve belediyelerin kaynaklarının bir bölümünü, kentsel dönüşüm fonlarına aktarabilecekleri yasal düzenleme hazırlıklarına giriştiler.

Emlak Bankası'nı, Emlak Katılım Bankası olarak canlandırıyorlar. Emlak Konut Gayrimenkul Ortaklığı ile senkronize çalıştırıp, fonları konut sektörüne aktarmayı planlıyorlar.

Gayrimenkul Yatırım Fonları

2014 yılında çıkarılan Gayrimenkul Fon Yasasıyla oluşturulan sisteme göre; taşınmaz mülkiyeti parçalara ayrılıyor, menkulleştiriliyor ve küçük yatırımcılar bunları satın alarak paralarını doğrudan taşınmaz piyasasında değerlendirmiş oluyor. Üstelik vergisiz.

Yatırım fonları 2015 yılında kurulmaya başlandı. İstedikleri hızda gelişmediği anlaşılıyor. Sistemi yaygınlaştırmak amacıyla yasadaki kuralları üç kez değiştirip esnettiler. Yapılanlar, inşaat sektöründe olumlu karşılansa da istenen düzeye ulaşabilmesi için devlet desteğinin şart olduğu vurgulanıyor.

Türkiye Müteahhitler Birliği bu sistemi özetle şöyle açıklıyor: “… diyelim ki müteahhit, yaptığı 100 konutun 70’ini satmış, 30’unu bir türlü satamıyor. Araya girip %20 ucuza satarsan hepsini alırız diyoruz…” Böylelikle ikimiz de kârlı çıkıyoruz.

Ankara Sanat Tiyatrosu'nun “Asiye Nasıl Kurtulur?” adlı oyununu anımsayalım. Asiye kurtulduğunda patron oluyordu. İnşaat sektörü kurtulursa yine patronlar kazançlı çıkacak.