Avrupa Birliği'ne rest mi yoksa tribünlere oynamak mı?

Bugünlerde Tayyip Erdoğan, AB üzerinden bir polemik yürütüyor. Demediğini bırakmadı. Anımsayalım: bizim AB’ne girmek gibi bir derdimiz yok; almazsanız almayın; zaten 50 yıldır oyalayıp duruyorsunuz; aklınızı kendinize saklayın; AB çok dürüstse önce Sabancı grubunun kardeşini katledeni bir kapıdan alıp bir kapıdan bırakmasının hesabını versin.

Avrupa Birliği Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini şaşkına dönmüş, dokunsalar ağlayacak. Bir haftada ne değişti diyor. Daha geçen hafta hem Tayyip Erdoğan’la hem başbakan ve birçok bakanla görüşüp uzlaşmışlar, iki komiserlerini yanlarına alıp gelmişler. Bilselermiş boş yere üst düzey yöneticilerini çağırmazlarmış.

Federica’nın, Türkiye’yi hiç tanımadığı anlaşılıyor. Tanısaydı eğer Tayyip Erdoğan’ın o sözleri AB’ne değil, tribünlere söylediğini bilir, umursamazdı. Neyse ki, bu konuşmalardan bir hafta sonra Tayyip Erdoğan’ın, AB Konseyi Başkanını telefonla arayıp; “Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde ilerleme sağlama konusundaki kararlılığını” söylediğini duyduğunda emeklerinin boşa gitmediğini görüp sevinmiştir.

AB kapısını zorlamak ya da vazgeçmek AKP’nin yetki alanını aşıyor. Bu nedenle tehdit dolu sözlerin yaşamda karşılığı yok. Bugün ülkeyi yöneten siyasi iradenin görevi, sermayenin beklentilerini gerçekleştirmesini sağlayacak zemini hazırlamakla sınırlı.

Biz gerçeği anlayabilmek için Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda söylediklerine değil, AKP’nin eylemlerine ve hazırladığı yasa, yönetmelik, strateji metni gibi belgelere bakmalıyız. Çünkü oyun tribünlere oynanıyor. Böyle bir ortamda kamuoyunda giderek itibar yitiren bir AB’ne yüklenmenin hiç sakıncası yok. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın şiddet dolu sözleri “milli duygulara” hitap ettiği için kendi tabanında prim de yapıyor.

AB Bakanlığınca hazırlanan ve Eylül/2014 tarihinde Bakanın açıkladığı Avrupa Birliği Strateji belgesi şu sözlerle başlıyor: “Türkiye’nin yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Avrupa Birliği (AB) süreci, Sayın Cumhurbaşkanımızın deyişiyle Cumhuriyetimizin ilanından sonraki en önemli çağdaşlaşma projesidir.”

Bakanlık; “AB’ye katılım için ulusal eylem planı” adını verdiği bir yol haritası hazırlıyor.

Yukarıdaki iki örnek yeterli ama biz yine de yazılı metinlere bakmayı sürdürelim:

2011 yılında çıkarılan KHK’larla neredeyse bütün bakanlıklarda AB Daire Başkanlığı/Genel Müdürlüğü gibi birimler kuruldu, ayrıca Avrupa Birliği Genel Sekreterliği yeni yetkilerle donatılarak Avrupa Birliği Bakanlığı olarak yeniden yapılandırıldı.

AB’ne katılım konusu AKP’nin hükümet programlarında geniş yer alıyor. Ayrıca yukarıda sözünü ettiğim strateji belgesinde de Hükümet programına göndermeler var. Şu sözler dikkat çekiyor: “Türkiye’nin yeni AB Stratejisi, 62. Hükümet Programında ortaya konan güçlü iradenin ilk adımını teşkil etmektedir.”

Cumhurbaşkanlığı sitesinde asılı biyografisinde de Avrupa Birliği konusunun bir cümleyle de olsa ihmal edilmediğini görüyoruz: “Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde ülke tarihinin dönüm noktası olarak nitelenen başarılı girişimleri,…” biyografi, Kıbrıs konusundaki başarılarını övmekle sürüyor.

Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılını AB yılı ilan ettiğini de unutmayalım.

Yaklaşık üç ay önce 25 Eylül 2014 günlü Resmi Gazetede; “AB ile ilgili çalışmaların koordinasyonu” konulu çok önemli bir genelge yayımlandı. Ne yazık ki basın ilgi göstermedi ya da dikkatlerden kaçtı. Genelgede, AB mevzuatına uyum çalışmalarının AB Bakanlığı koordinatörlüğünde yürütüleceği belirtilerek, kamu kurum ve kuruluşlarının, AB Bakanlığının görüş ve onayı olmaksızın mevzuat hazırlamaları yasaklanıyordu. Daha da ötesi AB kurumları ile yazışmalarını bile AB Bakanlığına bildirmeleri isteniyordu.

Hamasi sözlerle, delikanlı davranışlarla kimi kandırmaya çalışıyorlar dersiniz? Avrupa Birliğini mi, yoksa seyirci olanları mı?