Amele pazarı

Çalışma yaşamında esneklik, güvencesizlik ve kuralsızlığın egemen olacağı bir dönüşüm hazırlanıyor. “Dönüşüm” sözcüğünü kullandım çünkü hazırladıkları yeni düzeni anlatmak için “değişiklik” sözcüğü yetersiz kalıyor. Çalışma yaşamı bütünüyle yeniden biçimlendiriliyor. Nasıl başarıyorlar bilmem ama hazırladıkları kölelik koşullarını çalışanlara müjde olarak sunuyorlar ve inandırıcı da oluyorlar. Oysa neler düşündüklerini plan ve programlarında açıkça yazıyorlar. Üstelik isteyen herkes bu belgelere kolaylıkla ulaşabiliyor. Ama ne yazık ki, görebilen çok az. Körlerden oluşan çalışan kitlesi oluşturdular. AKP desteğiyle devleşen bir memur sendikası biliyorsunuz birkaç ay önce “başörtüsü özgürlüğü” için on milyon imza hedefiyle ülkenin her yerinde stantlar açmıştı.

Geçen hafta, Orta Vadeli Program’dan küçük alıntılarla iktidarın yönelimini sergilemeye çalışmıştım. Bu yazıda ise taşeron işçilik konusuna kısaca değineceğim.

Taşeron eliyle işçi çalıştırma yöntemi, hem devlette hem de özel sektörde giderek yaygınlaştırılıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2002 yılında, 358 bin taşeron işçisi olduğunu söylüyordu. Bugün 570 bini kamuda olmak üzere toplam 1 milyon 700 bin işçiden söz ediliyor. 2002 yılından bu yana kamudaki işçi sayısı 300 bin azalırken, taşeron işçi sayısının artması, taşeronlaşmaya doğru hızlı bir yönelim olduğunu gösteriyor.

İş Yasası’na göre, her istediğinizde taşeron işçisi çalıştıramıyorsunuz. Üç önemli kısıt var: Asıl iş parçalara bölünemiyor. Asıl işte taşeron kullanacaksanız işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle bu yola başvurduğunuzu kanıtlamak zorundasınız. Yoksa muvazaalı (hile) işlem yaptığınız kabul ediliyor ve alt işverenin işçileri, başlangıçtan beri asıl işverenin işçisi sayılıyor. Başka kısıtlar da var. Sürekliliği olan işler için her yıl yenilenen zincirleme iş sözleşmeleri yapamıyorsunuz. Ayrıca bu işçilerin sosyal hak güvencelerinden, asıl işveren olarak siz sorumlu tutuluyorsunuz.
Bu kurallar, AKP’nin 2003 yılında yenilediği İş Yasası’nda yer alıyor. Ustalık dönemi öncesine rastladığı için olsa gerek, “kuralsız işçi çalıştırma özgürlüğü” yeterince dikkate alınamamış. Yasada zaman içinde kimi değişiklikler yapılıyor ama sermayenin istekleriyle tam olarak bağdaştırılabilmesine yetmiyor, köklü dönüşümlere gerek duyuluyor.

soL portal’da çıkan 2 Mayıs 2012 tarihli yazımda, mali sektörün patronu Soros’un “Küresel Kapitalizm Krizde” adlı kitabından şu sözleri alıntılamıştım: “Küresel kapitalist sistem rekabete dayalıdır. Hayatta kalma mücadelesinde rahatlamak ve hayatın incelikleriyle ilgilenmek tehlikeli olabilir. (…) Avrupalılar sosyal güvenceye önem vermişler bunun bedelini yüksek işsizlik oranlarıyla ödemek zorunda kalmışlardır.” Bu sözleri şöyle yorumlamıştım: “Kapitalizmde topluma iki seçenek sunuluyor: Ya köleliğe boyun eğeceksin ya da işsiz kalacaksın.”

AKP, bu öğüdü sadakatle uyguluyor. Geçici istihdam bürolarının kurulması bir adımdı ama yeterli değildi. Sıra, görev ve yetkilerinin, sermaye sınıfına işçi kiralayabilecekleri bir anlayışla yeniden düzenlenmesine geldi. Geçici istihdam büroları aracılığıyla amele pazarları kurulacak. İşçiler çalıştıkları işyerlerinin değil bu büroların işçisi sayılacaklar. Kiralayanın ihtiyacı kalmadığında büroya dönecekler ve yeni nasiplerini bekleyecekler. İşverenler, işçi haklarıyla, grevlerle filan uğraşmayacak.

Geçici istihdam bürolarından beklenen bu işlevleri bugün için taşeron yöntemi karşılıyor. Devlet, İş Yasası’nın kurallarına sermayenin uyup uymadığını denetlemek bir yana, kendisi de uymuyor ve giderek yaygınlaştırmak için elinden geleni yapıyor.

Devlet, hizmetlerini kendi seçtiği işçiler yerine taşeron aracılığıyla gördürmek için, yüzde 15’e ulaşan kâr payı, daha açık deyişle işçi simsarlarına haraç ödemektedir. İşçinin sosyal hak ve güvenceleri taşeron aracılığıyla baskılandığı için, haraç ödemesine karşın, hizmeti ucuza mal etmektedir. Ama bu ucuzluk, en hafif deyişle kirli bir yöntem uygulanarak sağlanmaktadır. Kölelik koşullarında çalıştırılan işçinin sırtından devlet de, taşeron da parsa toplamaktadır.