AKP’nin av malzemeleri: Şeffaflık, açıklık, hesap verilebilirlik

Kadir Sev'in “AKP’nin av malzemeleri: Şeffaflık, açıklık, hesap verilebilirlik” başlıklı köşe yazısı 21 Aralık 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

AKP’liler şeffaflık, açıklık, hesap verilebilirlik gibi, denetimi çağrıştıran sözcükleri çok sık kullanıyor. Oysa gizlilikten çıkar sağlıyor. Sözlerinin, kendinde olmayanı gizlemek için geliştirdiği bir tür savunma mekanizmasından öte bir anlamı yok.

AKP’nin söylemine baktığımızda denetimi çok önemsedikleri duygusuna kapılırsınız. Denetimin, çağdaş demokrasilerin ayrılmaz bir öğesi olduğunu iktidarları döneminde etkinliğini artırdıklarını ve böylelikle demokrasiye ulaşma sürecinde önemli işler yaptıklarını söylerler. Ama uygulamaları bunun tam tersidir. Kendi elleriyle biçimlendirdikleri yargının hukuka uygunluk denetiminden bile yakınan, kuvvetler ayrılığını tartışmaya açan bir Başbakan’ın bu kavramlarla işinin olabileceği düşünülemez zaten.

Denetim görevinin anlam taşıyabilmesi için idare, bağımsız, iktidarın güç ve etkisinden korunmuş, görevini başarabilecek bir anlayışla donatılmış bir kurumca, meslek güvencesine sahip görevliler eliyle ve düzenli aralıklarla denetleniyor olmalıdır. Hemen belirteyim: birçok ülke parlamentolarında denetim raporlarını değerlendirecek kurullar oluşturulurken muhalefetin ağırlıkta olması yasal zorunluluktur.
Türkiye’de idareyi denetlemekle görevlendirilen kurumların hiçbiri bu özellikleri taşımaz. Hepsi bir biçimde iktidarın güdümüne sokulmuştur. Sayıştay dışındaki kurum ya da kurullar ise zaten idareyi düzenli aralıklarla denetlemezler. Ya Cumhurbaşkanı’nın görevlendirmesiyle ya da şikayet üzerine belirli konularla sınırlı bir denetim yaparlar.

2012 yılı Haziran ayında Kamu Denetçiliği Kurumu kuruldu ve Başbakan’ın “10 yıllık rüyamdı” dediği olay gerçekleşti. Rüyasının gerçekleştirilmesi için, 2010 yılında Anayasa’nın da değiştirilmesi gerekti. Çünkü 2006 yılında çıkarılan Kamu Denetçiliği Yasası, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti.

Kurul, bir başkan ve beş üyeden oluşan kadrosuyla “İdarenin her türlü eylem ve işlemleriyle tutum ve davranışlarını” denetlemekle görevli. Şikayet üzerine harekete geçiyor. Bütün üyeleri AKP’lilerden oluşuyor. Kimi kime şikayet edeceksiniz? Neyse ki, tartışmalı bir başkan seçtiler de, kurumun itibarı daha başlangıçta zedelendi.

30 Haziran günü Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) Yasası yürürlüğe girdi. Kurumun karar organı olan İnsan Hakları Kurulu, 11 üyeden oluşuyor. Bunların 7’si Bakanlar Kurulu’nca, 2’si Cumhurbaşkanı’nca seçiliyor. Kalan iki üyeliği Yükseköğretim Kurulu ile Barolar paylaşıyor.
Kurulun, AKP’nin oluşturduğu kadrosuyla, iktidarın insan haklarını ilgilendiren uygulamalarını denetleyeceğine inanmamız isteniyor. İnsan haklarına aykırı uygulamaları zaten AKP yapıyor. İktidarın aleyhine rapor beklemek fazla saflık olmaz mı?

Daha önceki yazılarımda DDK ve Sayıştay denetimlerini işlemiştim. Kısaca anımsatmakta yarar var.

DDK üyelerini Cumhurbaşkanı seçiyor. Üyelerin mesleki güvenceleri yok. İnceleyecekleri konuları Cumhurbaşkanı belirliyor. 9 üye kadrosu var ama 5 üye görevlendirilmiş.

DDK, görevini büyük ölçüde, idareden geçici görevlendirmelerle kamu kurumlarından ödünç aldığı personel eliyle yürütüyor. Çünkü hem kadrosu, hem de donanımı yetersiz. Görev süresi bittiğinde kurumuna dönecek olan bürokratlar, düzgün bir denetim yapmaya kalkarlarsa başlarına neler geleceğini bilerek çalışıyorlar.

DDK’ya verilen görevler ise, ülke sermayesinin istekleri doğrultusunda dönüştürülmesi sürecinde, AKP’nin işini kolaylaştırmaya yarıyor. Anayasa’nın 108. Maddesi zorlanarak Özal’ın ölümü ve Madımak katliamı gibi zaman aşımına uğramış konular incelettiriliyor. AKP’nin hukuk dışı uygulamaları görmezden geliniyor ve 20 yıl önceki iktidarlarla hesaplaşılıyor. Bu görevler, Ergenekon gibi davaların kamuoyunda meşru görülebilmesine katkı sağlıyor.

DDK’nın bir başka işlevi de daha az önemli değil. Ülkenin dönüştürülmesi sürecinde yasal/yönetsel değişiklikler için kamuoyunun hazırlanmasına moral destek veriyor. Denetlediği kurumların çoğu bir süre sonra yazılan raporlar doğrultusunda “yeniden yapılandırılıyor”. Üst Kurullar, bakanlıklara bağlandı. Karşımıza getirilen ve “Yükseköğretim Yasa Taslağı” olarak adlandırılan şey, DDK Raporu’nun esintilerini taşıyor. TMMOB’nin özerkliğinin yok edilmesi için harekete geçildi.

Denetimin etkinleştirildiği iddialarıyla 2010 yılında yenilenen Sayıştay Yasası’ndan sonra kurum iş yapamaz duruma geldi. Üç yıldır denetim yapamıyor. Yazdığı raporları parlamentoya sunacak takati bile kalmadı. Parlamento adına denetim yapan Sayıştay’ın düzenlediği raporlardan parlamentonun haberi olamıyor. Bütçe, Sayıştay raporları olmaksızın görüşülüyor.

Ve bütün bunlara karşın AKP ısrarla, şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik ve demokrasi gibi sözcükleri söylemeye devam ediyor.